İnsan, yaratılışı gereği toplum içinde yaşamak mecburiyetindedir. Toplum içinde fertler karşılıklı bir takım hak ve vazifelerle yükümlüdürler. Bu yükümlülüğün yerine getirilebilmesi için, kişinin hak ve vazifenin kutsiyetine inanması gerekir. Allah'a ve ahirete inanan, yaptığı işlerden dolayı Allah'ın huzurunda hesaba çekileceğini kesinlikle bilen bir insan, başta sorumluluk gibi, bir takım konulara bağlı olarak hareket eder.
İslam dininin üzerinde durduğu en önemli konulardan birisi de, mutluluğun vazgeçilmez şartlarından olan birlik ve beraberliktir. Birlik ve beraberliğin olduğu yerde kardeşlik, huzur, bolluk vardır. İslam dini söz konusu birlik ve beraberliğin sağlanması için, öncelikle mü'minleri kardeş ilan etmiştir. Nitekim Kur'an'da,'Mü'minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allah'a karşı gelmekten sakının ki size merhamet edilsin' buyurulmuştur (Hucurat, 49/10). Sonra dünya ve ahirette mutlu olmak ancak Allah'ın kitabına sarılmak, birlik ve beraberlik içinde olmakla mümkün olduğu gerçeği Yüce Allah Kur'an-ı Kerîm'de şöyle dile getirmektedir: 'Hep birlikte Allah'ın ipine (Kur'an'a) sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin. Allah'ın size olan nimetini hatırlayın. Hani sizler birbirinize düşmanlar idiniz de O, kalplerinizi birleştirmişti. İşte O'nun bu nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında idiniz de O sizi oradan kurtarmıştı. İşte Allah size ayetlerini böyle apaçık bildiriyor ki doğru yola eresiniz' (Al-i İmran, 3/103).
Yüce Allah bu uyarının ardından birlik ve beraberliğin ihmal edilmemesini:
'Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın. İşte onlar için büyük bir azap vardır' (Al-i İmran, 3/105). ayetiyle hatırlatmaktadır.
Hz. Peygamber (S.A.V) şöyle buyurmuştur: 'Mü'minin mü'mine karşı durumu yekpare bir binayı meydana getiren, perçinlenmiş kayaların birbirlerine karşı durumu gibidir' (Buhari Salat, 88, I, 123). İslam dini, ayet ve hadislerle temellendirdiği kardeşlik bağıyla, toplumda ilişkilerin sağlıklı ve düzgün olmasını hedeflemiş ve aynı zamanda bunu imanla irtibatlandırmıştır. Tek bir Allah'a, aynı peygambere ve aynı kitaba inanmış olan müslümanların Kur'an'ın etrafında birleşmeleri ve asla bölünüp parçalanmamaları öğütlenmiştir. Tarihe baktığımız zaman görürüz ki, birlik ve beraberliğini devam ettiren milletler, yücelmiş ve yükselmişlerdir. Bölünüp parçalanan ve bölücülüğün pençesine düşen milletler ise tarih sahnesinden silinip gitmişlerdir.
Milli Şairimiz Mehmet Akif ERSOY:
'Girmeden bir millete tefrika, düşman giremez,
Toplu vurdukça gönüller, onu top sindiremez.
Sen, ben desin efrat, aradan vahdeti kaldır.
Milletler için, işte kıyamet o zamandır' dizeleriyle bu gerçeği açık bir şekilde ifade etmiştir.
Tevhit inancına dayalı birlik ve beraberlik ruhuna sahip olamayan, en temel asgari müştereklerde bile bir araya gelemeyen milletler kendi sonlarını hazırlamış olurlar. Bu sebeple Yüce Rabbimiz: 'Allah ve Resûlüne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin; sonra korkuya kapılırsınız da kuvvetiniz gider. Bir de sabredin. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir' (Enfal, 8/46). Buyurmuş ve sevgili peygamberimiz (s.a.v) de bir hadis-i şeriflerinde: 'Birbirlerini sevmede, birbirlerine merhamette, birbirlerine şefkatte mü'minlerin misali, bir bedenin misali gibidir. Ondan bir uzuv rahatsız olsa, diğer uzuvlar uykusuzluk ve hararette ona iştirak ederler.' buyurmuşlardır (Müslim, Birr,17. IV, 1999-2000).
Vücudu meydana getiren organlar, tam bir ahenk içinde çalıştığı zaman vücut sıhhatli olduğu gibi, cemiyetin birer üyesi olan fertler de, şuurlu ve düzenli çalışırlarsa, o toplumda huzur ve barış kendiliğinden oluşur.
Huzur ve güven içinde yaşayabilmemiz için daima güçlü olmak zorundayız. Güçlü olmanın en önemli şartı milletçe birlik ve beraberlik içinde bulunmaktır.
İki Defa Hicret Eden Sahabi:
CAFER B. EBU TÂLİB (R.A.)

Habeşistan'da, ülkesinde hiç kimseye zulmedilmeyen bir kral vardır. Allah sizin için bu durumdan bir çıkış ve kurtuluş yolu gösterinceye kadar orada kalın.' (Beyhakî, es-Sünenü'l-kübra, IX, 17)
Allah Resûlü'nün bu tavsiyesiyle, müşriklerin eziyetlerinden ötürü öz yurtlarını terk etmek durumunda kalan müminlerden bazıları Habeşistan'a doğru yola koyuldular. Çöl hayatına aşina olan bu kimseler, inançları uğruna her şeylerini bırakarak farklı bir iklimdeki yabancı bir ülkeye, hiç tanımadıkları insanların arasına gidiyorlardı. Kızıldeniz'i aşarak zorlu bir yolculuğu göğüslerken akıbetlerini de bilmiyor, gönüllerine kök salan imanla yaşama tutunuyorlardı. Resûlullah, bu kutlu yolculuğa çıkacak ikinci kafileye amcasının oğlu Cafer b. Ebû Talib'i başkan tayin etti. Burada kaldıkları sürece onları kimse rahatsız etmedi. Ancak yurtlarından, dost ve akrabalarından en önemlisi de Resûlullah'tan uzak kalmak onlara ağır geliyordu. Resûlullah da onları çok özlüyordu. Müminlerin Medine'de huzurlu bir yaşantıya kavuşmalarının ardından hicretin yedinci yılında Necaşî'ye yazdığı bir mektupla onların geri gönderilmesini istedi. Onlar döndüklerinde Resûlullah Hayber'deydi. Her fırsatta sergiledikleri hainlikleriyle Müslümanlar için devamlı bir tehdit oluşturan Yahudilere son darbeyi vurmuş, oldukça sağlam kaleleri ve yenilmez savaşçılarıyla meşhur Hayber'i fethetmişti. Böylece Kureyş müşrikleri de en büyük destekçilerini kaybederken Müslümanlar bölgede mutlak nüfuz sahibi olmuşlardı. İşte bu sırada gelen Cafer b. Ebû Talib Resûlullah'ın sevincini kat kat artırdı. Allah Resûlü, yıllardır göremediği amcasının oğlunu bağrına basarak iki kaşının arasından öptü (Ebû Davûd, Edeb, 145-146) ve mutluluğunu şöyle ifade etti: 'Hangisine daha çok sevineceğimi bilemiyorum. Hayber'in fethine mi yoksa Cafer'in dönüşüne mi!' (Beyhakî, es-Sünenü'l-kübra, VII, 157) Ashab arasında cömertliğiyle meşhur olup 'Ebu'l-mesakin (muhtaçların babası)' diye anılan Cafer b. Ebû Talib bundan böyle 'Zü'l-hicreteyn (iki hicret sahibi) ismiyle şöhret buldu. Fakat ashabla birlikteliği bundan sonra da çok uzun sürmedi. Cafer (r.a.) bir yıl sonra Bizans'la yapılan Mute Savaşı'nda henüz kırk yaşındayken şehit düştü. İki kolu kesilen Cafer b. Ebû Talib'in vücudunda da sayılamayacak kadar çok yara vardı. Allah Resûlü, ahlakını kendisine çok benzettiği (Tirmizî, Menakıb, 29) bu güzide sahabinin kesilen kolları yerine Allah'ın ihsan ettiği iki kanatla cennette uçtuğunu bildirmiştir. Böylece ömrü dine hizmetle geçen bu yiğit sahabi İslam tarihine 'Cafer-i Tayyar' adıyla kazınmıştır. (Sahabe Hatıraları DİB yay. Syf. 55)
MEAL OKUYORUM

Rüzgarları da aşılayıcı olarak gönderip yukarıdan su indirerek sizi onunla suladık. Onu toplayıp depolayan da siz değilsiniz.
(Hicr, 15/22)
GÜNÜN DUASI

'Allah'ım! Bedenime sağlık ver, gözüme sağlık ver, sağlığı benim varisim kıl (son nefesime kadar beni sağlıklı eyle). Halîm ve Kerîm olan Allah'tan başka ilah yoktur. Ulu arşın sahibi Allah'ı noksan sıfatlardan tenzih ederim. Her türlü övgü alemlerin Rabbi Allah'a mahsustur.' (Tirmizî, 'Deavat', 66)
HER GÜNE BİR HADİS

'Zarar veren kimseye, Allah da zarar verir.' Tirmizî, Birr 27
BİR SORU-BİR CEVAP

Denize girmekle oruç bozulur mu?

Ağız ve burundan su kaçırmamak kaydıyla denize girmekle oruç bozulmaz. Fakat denize giren kimse, yüzme esnasında gelen dalgalar karşısında veya başka bir şekilde su yutabilir. Bu itibarla oruçlu iken denize girmekten kaçınmak daha ihtiyatlıdır.
(Fetvalar, DİB Yay. syf. 283)