Yöremizde 'Çabalamakla sonuç alınmaz. Sabırla, dikkatle çalışılmalıdır.' anlamıyla kullanılan 'Evmeyinen erişilmez menzile' söz varlığımızı gündelik işlerimde hep önde tutarım.
Aceleyi insan ilişkilerinde özellikle ince işlerde başarıyı büyük ölçüde önleyen bir engel olarak görürüm.
Aceleleri yüzünden karşılaştığı engelleri aşamayıp aksatan insanlara sizler de çok şahitlik etmişsinizdir.
Kuşku, acele ya da korku yüzünden yanlış bir davranışta bulunulabilir ancak kendini kontrol eden kişi, bu konuda pek az yanlış yapar.
Acele edenin pişmanlığına çare olmadığını, bu pişmanlığın uzunca bir zaman sürdüğünü hepimiz biliriz. Bu itibarla acele etmeyip işin zamanını beklemekte fayda olduğunu hepimiz kabul ederiz.
'Acele giden ecele gider.' ve ''Acele kendi ayağına çelme atar.','Acele işe şeytan karışır.' atasözlerimiz, bu konuda hepimizin rehberidir aslında.
Rehber bir yanda durur ama hepimizin şehir adamları gibi hep bir acele işleri var niyeyse.
Söz söylerken özellikle söz verirken aceleci davranmak gerekmektedir. Zira bunların dönüşü yoktur. Acele yapılması gereken işler de var elbet. Cenaze kaldırmada ve gelin almada toplum olarak acele ederiz. Özellikle özel işlerimizin hallindeki 'tez canlılığımız, kelle koşturduğumuz, palas pandıras gidip gelişimiz, telaşa düşüp ortalığı telaşa verdiğimiz, telaşe memurluğu yaptığımız, yağmur yağmadan sele gittiğimiz, yangından mal kaçırır gibi hareket etmemiz' çoğu kere biz olumsuz sonuçlara götürür.
Hele şu aceleye getirttiklerimiz, iki ayağını bir pabuca sokma çabalarımız, oldubittiye getirmeye çalıştıklarımız, arkasından atlı kovalar gibi çabalarımız, orta yerde dört dönmelerimiz yok mu olacak işimiz de berbat eder bunlar çoğu zaman.
'Şimdi, hemen, derhal, beklemeden bekletmeden, savsaklamadan, acele olarak, ivedilikle, vakit kaybetmeden' ifadelerini biraz 'yavaşlatsak' daha iyi olacak gibime geliyor.
Hayatımızda 'acele' de olacak elbette.
Olsun; olsun varsın; varsın olacaksa sevinçlerimiz aceleci olsun.
Aceleciliğimiz ile aşağıdaki anonim kıssayı birkaç kere okumakta fayda var gibime geliyor. Değerlendirmem size ait efendim. Kıssa şöyle:
'Bir adam çok uzaklarda yıllarca çalışır. Memleketine dönme zamanı gelir. Çalışmasıyla üç bin akçe biriktirmiştir. Yolu bir şehirden geçer. Köşe başında birisi 'Bir nasihat bin akçe, bir nasihat bin akçe.' diye bağırmaktadır. Adam, 'Nasıl olur da bir nasihati bin akçeye satarlar. Ben yıllarca çalıştım ve sadece üç bin akçe biriktirdim.' diye düşünür. Bu işe pek aklı ermez ama duramaz adama bin akçe vererek o nasihati satın alır. Nasihat 'Kaderde ne varsa o çıkar'dır.
Yoluna devam eder. Bir başka yerde başka bir adam, 'Bir nasihat bin akçe' diye bağırmaktadır. Adam dayanamayıp ikinci nasihati da satın alır. İkinci nasihat da 'Gönül kimi severse güzel odur.'dur.
Yoluna devam eder. Şehrin çıkışında yine bir adam bir nasihati bin akçeye satmaktadır. Adam, bir parasına bakar, bir de nasihati satan şahsa. Dayanamaz ve kalan son akçesiyle de o nasihati satın alır. Son nasihat de 'Hiçbir iş, aceleye gelmez.'dir.
Yoluna parasız devam eder. Şehrin çıkışında telaşlı bir topluluk ile karşılaşır. Birine neler olduğunu sorunca 'Burada şehrin su ihtiyacını karşılayan bir kuyu var ama kuyunun içinde de canavar var. Canavar suyu tutmuş, göndermiyor. Aşağıya kim indiyse bir türlü çıkamadı. Şimdi herkes korkuyor aşağı inmeye.' cevabını alır.Adam düşünür ve satın aldığı ilk nasihat aklına gelir. 'Kaderde ne var ise o çıkar.'Aşağı inmeye karar verir. İnince canavar onu hemen yakalar ve der ki, 'Buraya gelenlerin hepsine bir soru sordum ve bilemediler. Eğer sen bilirsen seni serbest bırakırım.' Canavar, adamın bir dizine sarışın ve dünya güzeli bir kadın, diğer dizine de kurbağa koyar ve sorar, 'Söyle bakalım, hangisi güzel?'Adam düşünürken aklına aldığı ikinci nasihat gelir. 'Gönül kimi severse güzel odur.' der.
Bu cevap canavarın çok hoşuna gider. Zira canavar, kurbağanın gözlerine aşıktır. Canavar, adamı salar ve suyu bırakır. Ahali, adamı alır krala götür; kral, adama ağırlığınca altın verir.
Adam nihayet evine ulaşır. Evinin camından içeri bakar. Bir de ne görsün. Karısı genç biri ile diz dize oturuyor. Hiddetlenir, kılıcını çeker. Tam içeri girerken üçüncü nasihat aklına gelir. 'Hiçbir iş aceleye gelmez.'
Kılıcını kınına koyup içeri girer. Hoş beşten sonra karısına o genci sorar. Kadın da, 'Bey, sen gittiğinde ben hamileydim ve bir oğlumuz oldu. Bu genç senin oğlun.' der.'