Tek olmak, eşsiz olmak Allah'a mahsustur. Bizler bir eşe, bir yuvaya, güvene, bağlılığa, desteğe, paylaşıma, sevgi ve ilgiye, huzura ve şefkate, kısacası bir aileye ihtiyaç duyarız. Toplumun temel taşı olan ailenin kurulması, korunması ve kurulan ailenin güçlendirilmesi için; bir Âdem oğlu ile Havva kızı bir araya gelirken, Kur'an ve sünnet ışığında, ahlak eksenli bilginin esas alınması, 'Allah'ın emri, Peygamberin kavli' ile oluşturulması, hayati derecede önemlidir.

Cenabı Allah, 'Kendileri ile huzur bulasınız diye sizin için türünüzden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet var etmesi de O'nun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için elbette ibretler vardır.' (Rum, 30/21) ayetiyle evliliğin amacının eşlerin birbirine huzur vermeleri olduğunu ve evliliğin 'sevgi ve merhamet' üzerine kurulması gerektiğini bildirmektedir. 'Aile olmak', Rabbimizin beyanıyla 'birbirine elbise olmak'tır (Bakara, 2/187). Aile olmak; elbise gibi örtücü, elbise gibi koruyucu, elbise gibi güzelleştirici, elbise gibi uyumlu olmaktır.

Her konuda insanlığa en güzel örnek olan Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.): 'Sizin en hayırlınız, ailesine karşı en hayırlı olanınızdır. Ben de aileme karşı en hayırlı olanınızım.' (İbn Mace, Nikah, 50) buyurarak ailede güzelliğin, iyi davranışın, güler yüz ve nezaketin önemini ve önceliğini hatırlatmaktadır.

Hayatımızın her anında ve her alanında bizler için en güzel örnek olan (Ahzab,33/21) Peygamberimiz, bizler için aile hayatında da en güzel örnektir. Aile, Sevgili Peygamberimizin ifadesiyle 'kişiliğimizin, inancımızın ve yaşam tarzımızın şekillendiği bir eğitim yuvası'dır. Ahlakı Kur'an olan (Müslim, Müsafirin,139) Hz. Muhammed (s.a.v.)'in ailesindeki huzurun kaynağı olan değerleri ana başlıklar halinde şöyle sıralayabiliriz; adalet -hak ve sorumluluklar dengesi-, sevgi, merhamet, sadakat, güven, saygı, samimiyet, sabır, istişare, affedicilik...

Sevgi ve merhamete dayalı beraberliğin meyvesi, huzur ve mutluluk olur. Allah Rasulü, 'İman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de (gerçek anlamda) iman etmiş olmazsınız' (Müslim, İman, 93) buyururken sevgiyi imanın gereği, cennete girmenin yolu olarak gösterir. Artık inanan için sevgi, sıradan bir şey olmaktan çıkmış, iki dünya mutluluğunun kaynağı olmuştur. İnanan bir insan için sevgiyi hissetmesi yeterli olmaz, onu sevdiklerine göstermesi gerekir. Bazen tatlı ve gönül alıcı bir söz, bir tebessüm, bazen dokunmak, bazen yükünü üstlenmek, sevgiyi aktarmanın en kolay ve etkili yolu olur. Çoğunlukla sevgi davranışları görmek, sevgiyle atılan adımlara ve verilen emeklere şahit olmak, seviyorum sözünü duymaktan daha etkilidir.

'İnsanlara merhamet etmeyene Allah da merhamet etmez' (Buhari, Tevhid, 2) buyuran Peygamberimiz (s.a.v.), aile içinde veya dışında insanların birbirine zulmetmesini yasaklamıştır. İnsanlara yapılan maddi-manevi saldırıların, Allah'a ibadet edilirken düşülen hatalardan çok daha önemli olduğunu vurgulayan Peygamberimiz, müslümanı 'elinden ve dilinden diğer Müslümanların güvende olduğu kimse' (Buhari, İman, 4) olarak tanımlamıştır. Kıyamet günü en şiddetli azap görecek kimselerin insanlara en çok şiddet uygulayanlar olduğunu (Müsned, II, 11), bu şiddetin sadece fiziksel olmayıp buna sözel ve psikolojik şiddetin de dahil olduğunu unutmayalım.

Dünya ve ahiret saadeti için bizlere yol gösteren dinimiz İslam; ailede fedakarlığın, sorumluluk bilincinin, istişarenin, karşılıklı yardımlaşma, saygı ve anlayışın hakim kılınmasını; eşlerin birbirine güven duymasını ve bağlılık göstermesini, sevinç, keder, yorgunluk ve sıkıntıların paylaşılmasını, ortaya çıkan birtakım problemler karşısında sabırlı ve anlayışlı davranılmasını istemektedir.

Söz konusu değerleri hayatımızla bütünleştirerek ailemize egemen kıldığımızda, mutlu ailelerden huzurlu bir topluma ve daha güzel bir dünyaya uzanan yolda önemli mesafeler kat etmiş olacağız. Ailelerimizi her türlü olumsuz etkiden koruduğumuzda, aile bireylerimizi millî ve manevi değerlerimizle güçlendirdiğimizde tüm olumsuzlukların üstesinden gelmiş oluruz.

Her iki cihanda mutluluğa talip isek; tüketen değil besleyen, zayıflatan değil güçlendiren, bıktıran değil yaşama sevinci aşılayan, yok sayan değil saygı duyan, inciten değil değer veren, huzurlu bir aile hayatı için emek vermeye değer!

Hane-i Saadetin Kahraman Sakini:

HZ. ALİ (R.A.)

Yeryüzünün en saadetli hanesi… Kainatın Efendisi'nin sakini olduğu hane, hane-i saadet… Ve bu saadetten payını alan küçük bir yürek: 'Ali'…

Kainatın güneşi yaşadığı eve doğmuşken, Ali'nin yüreği buna kayıtsız kalamazdı. Çünkü o, bu güneşin sadece evini değil bütün insanlığı aydınlatacağının farkındaydı. Ne atalarının dini engelleyebildi onu ne çevresi… O, Allah ve Resûlü'nü çocuk kalbiyle sevdi, Peygamberinin davetini işitti, ona iman etti. Küçük bir çocuk olarak adım attığı hane-i saadetin en küçük mümin üyesiydi bundan böyle Ali. Bir gece Peygamberi, Mekke'den Medine'ye gizlice hicrete karar verdiğinde, onun yatağına yatarak düşmanların tuzaklarına yine tuzakla karşılık verdi genç Ali. Ne bir korku ne bir çekinme… İmanla korku onun yüreğinde hiçbir vakit bir araya gelmemişti! Bedir'de Hz. Peygamber 'Ey Ali haydi kalk!' dediğinde müşrik ordusundan Şeybe'nin karşısına korkusuzca dikilerek onunla kıyasıya çarpışan Ali idi. (Ebû Davûd, Cihad, 109) Uhud'da kendi canı pahasına Allah Resûlü'nü koruyan Ali idi. Hendek'te, Huneyn'de kahramanca müşriklerle çarpışan, Resûl-i Ekrem'in sancaktarlığını yapan Ali idi. Zorlu Hayber günü, Ali için yine kahramanlık günüydü. Allah Resûlü o gün, 'Bu sancağı Allah ve Resûlü'nü seven, Allah ve Resûlü'nün de onu sevdiği birine vereceğim.' dediğinde orada bulunan herkes, bu sözün muhatabı olmayı dilemişti. Hatta Hz. Ömer kumandan olmayı ancak o gün dilediğini söylemişti. Hz. Peygamber ise, sancağı alabilmek için umutla bekleyen sahabilerine, 'Bana Ali'yi çağırın!' buyurmuş ve fetih, Ali'nin (r.a.) elinden Müslümanlara nasip olmuştu. (Müslim, Fedailü's-sahabe, 32, 33) O, Kur'an'ın canlı şahidi, onu ilk muhafaza eden hafızlardan biri idi. Kur'an'ı anlamak, uygulamak, ona göre hüküm vererek yaşamak konusunda öyle kabiliyetliydi ki Hz. Ömer, aramızda en isabetli hüküm veren Ali'dir demişti. Nebî'nin (s.a.v.) elinde yetişen, onun en yakınında bulunarak ilminden nasiplenen Ali, bu özelliğiyle Hz. Peygamber'in 'Ben hikmet eviyim, Ali de bu evin kapısıdır.' sözlerini hak etmişti. (Tirmizî, Menakıb, 20) Ali (r.a.), Hz. Peygamber'in dünya ve ahiret kardeşi (Tirmizî, Menakıb, 20), onun ciğerparesi Fatıma'nın sevgili eşi, torunları Hasan ve Hüseyin'in babası… Beş yaşından itibaren Allah Resûlü'nün hanesinde, onunla birlikte yaşamaya başlayan Ali, onun damadı olarak saadetli hanenin, Allah Resûlü'nün ailesinin bir ferdi olarak yaşamaya devam etti. Allah Resûlü'nün son anına dek yanında bulunan Hz. Ali, onun örnekliğini ilmiyle, ahlakıyla, takvasıyla, cesaret ve kahramanlığıyla en güzel şekilde temsil etti. (Sahabe Hatıraları DİB yay. Syf. 25)


MEAL OKUYORUM

En güzel isimler Allah'ındır. O'na o güzel isimleriyle dua edin... (Araf Suresi, 180)


GÜNÜN DUASI

'Allah'ım! Açlıktan sana sığınırım. Çünkü açlık, ne kötü bir arkadaştır. Hainlikten de sana sığınırım. Çünkü hainlik, ne kötü bir sırdaştır.' (Ebu Davûd, 'Vitr', 32)


HER GÜNE BİR HADİS

'İnsanlara teşekkür etmeyen, Allah'a da şükretmez.' Tirmizî, Birr 35.


BİR SORU-BİR CEVAP

Diş kanaması ve diş yarasından çıkan kanın tükürük ile yutulması orucu bozar mı?

Diş kanaması orucu bozmaz. Ancak çıkan kan, karıştığı tükürüğe eşit veya daha fazla olursa yutulması halinde oruç bozulur ve kaza edilmesi gerekir. Daha az miktarda olan kan ise dikkate alınmaz (Haddad, el-Cevhera, I, 173). (Fetvalar, DİB Yay. syf. 283)