Duygularını, düşüncelerini sözle diğer insanlara aktarabilmesi Allah tarafından insana bağışlanan nimetlerin başında gelmektedir. İnsanı yoktan yaratan Allah, merhametinin bir tecellisi olarak ona ifade ve beyan kudreti bahşetmiştir. (Rahman suresi, 55/4.) Sözde aranması gereken ilk husus, onun doğru, anlamlı ve faydalı olmasıdır. Bununla birlikte hakka, hakikate yaraşır güzellikte olması da gerekir. Anlamlı bir sözü boş lakırtıdan ayıran şey sadece anlamlı ve mantıklı olması değil, aynı zamanda güzel olmasıdır. Kur'an'da güzel ve çirkin sözün mukayesesi şu çarpıcı ifadelerle yer almaktadır: 'Güzel sözün misali kökü sapasağlam, dalları göğe doğru uzanan, meyveleri sürekli yenen diri bir ağaç gibidir. Çirkin sözün misali ise köksüz, bütünüyle kararsız, dayanaksız çürük bir ağaç gibidir. (İbrahim, 14/24-26) Ebu Hureyre'den rivayet edildiğine göre, Efendimiz (sav) şöyle buyurmuştur: 'Kim Allah'a ve Âhiret gününe inanıyorsa, ya hayır söylesin ya da sussun.' (Buharî, Edeb, 31) Söz güzelliğini ortadan kaldıran her türlü unsur temel kaynaklarımızda dilin afetleri başlığı altında yer almıştır. İmam Gazalî'nin İhya'sında dilin afetleri şöyle sıralanmıştır: Boş sözler, fuzulî konuşma, batıla dalma, içi boş tartışmalar, husumet eseri söylenen sözler, ağzı eğip bükerek konuşmak, secili ve edebî konuşmalara özenerek yapmacık sözler söylemek; küfür, her türlü canlı ve cansız varlığa lanet etmek, kötü tegannî ve anlamsız şiir, kötü mizah ve şaka, istihza, sırrı ifşa, yalan söylemek, yalandan söz vermek, yalan yere yemin etmek, gıybet, çekiştirme, söz gezdirmek, insanları mübalağa ile övmek.(İmam Gazali, İhya-u Ulûmiddin, 3/246)

Biz fani insanlar bugün dünyanın yanında uzayı da zapt etmenin yollarını araştırırken dilimizi zapt etmekte bir hayli zorluk yaşamaktayız. Rabbimiz Yüce Kitab'ında Hz. Musa ve Hz. Harun'a Firavun'a bile yumuşak sözle hitap etmelerini buyurmuştur. Hayatı boyunca kötü ve kalp kırıcı hiçbir söz söylememiş bir peygamberin ümmeti olan bizler ise çoğu zaman gaflete dalarak bir gönül tamir edemezken nice gönüller yıkmakta bir sakınca görmemekteyiz. Anadolu insanı engin irfanıyla dil yarasını kılıç yarasından daha keskin görmüştür. 'El yarası onulur dil yarası onulmaz' sözü boşuna söylenmemiştir. İnsan ağzından çıkan söz sayesinde hem canından olabilmekte hem de canlara can olabilmektedir. Yunus Emre, bu hakikati şöyle ifade etmiştir: Söz ola kese savaşı, söz ola kestire başı, söz ola ağulu aşı, bal ile yağ ede bir söz. Söz ve ifade tarzımız aynı zamanda karakterimizi yansıtır. Bundan dolayı üslub-u beyan aynıyla insan denilmiştir. Mevlana'nın özlü ifadesiyle; ''Testinin içinde ne varsa dışına da o sızar!'' Sözlerimiz iç dünyamız hakkında muhatabımıza ipuçları sunar. Sözünde ahlak ve estetik bulunmayan insanın davranışlarında ahlak ve güzellik aramak boşuna bir çabadır. Yüce Allah; 'Ey iman edenler! Sağlam ve doğru söz söyleyin. Allah da amellerinizi güzelleştirsin ve günahlarınızı bağışlasın.' (Ahzab, 70) buyurarak amellerdeki doğruluğu sözlerdeki doğruluğa bağlamıştır. Eylemlerimizle birlikte sözlerimizin de kayıt altına alındığı şuuruyla yaşamak dini ve insani görevimizdir.


Uhud'da Cesur Bir Kadın:

ÜMMÜ UMÂRE (r.a.)

Medine'de ilk kez kadınların savaşa katılmasına izin veriliyordu. Daha önce Bedir'e ve diğer seferlere katılmak isteyen kadınlar olmasına rağmen Allah Resûlü onların taleplerini uygun bulmamıştı. Fakat bu kez yaralıları tedavi etme, su, yiyecek ve ilaç temini gibi yardımcı hizmetlerde kadınların görev almalarına izin verilmişti. Bunlardan biri ensar hanımlarından Hazrec kabilesine mensup Ümmü Umare künyesiyle tanınan Nesîbe bint Ka'b idi. Ümmü Umare Uhud Savaşı'nın yapılacağı sabah evinden çıktı. Orada olup biteni merak ediyordu. Kocası ve iki oğlu da savaş meydanındaydı. Uhud'a ulaştığında Müslümanlar üstünlüğü ele geçirmiş durumdaydılar. Galibiyetin sevinciyle herkes ganimet toplamaya koştu. Hz. Peygamber tarafından kesin bir emir almadıkça bulundukları yerden ayrılmamaları gerektiği konusunda uyarılan Ayneyn Tepesi'ndeki okçular da yerlerini terk ettiler. Bu zafiyeti fırsat bilen müşrikler Müslüman ordusunun arka tarafından tekrar savaş alanına girerek saldırdılar. Müslümanlar hazırlıksız yakalanmışlardı. İslam ordusu dağılmak üzereydi. Bu kargaşa ortamında Ümmü Umare, Resûlullah'ın ve etrafındaki bazı sahabilerinin mücadele ettiğini görünce hemen yanlarına koştu. Eline geçirdiği kılıç ve okla canı pahasına Allah Resûlü'ne siper oldu. Kocası ve oğulları da bu uğurda müşriklerle çarpıştılar. Ümmü Umare'nin fedakarlığına ve cesaretine şahit olan Hz. Peygamber, kalkanıyla kaçmaya çalışan birine 'Kalkanını çarpışana bırak!' dedi. Kalkanı eline geçiren Ümmü Umare Resûlullah'ı korumaya devam etti. Bir müddet sonra Ümmü Umare'ye atlı bir müşriğin saldırdığını gören Allah Resûlü oğluna, 'Annene yardım et! Annene yardım et!' diye seslendi. (İbn Sa'd, Tabakat, VIII, 413) O gün Hz. Peygamber ne tarafa dönse Ümmü Umare'yi uğrunda korkusuzca çarpışırken görüyordu. Ümmü Umare on iki yerinden yaralanmıştı ama umursamıyordu. Müslümanların çetin bir imtihandan geçtiği zorlu savaşta Allah Resûlü'nün duasını aldıktan sonra gerisi önemsizdi. Allah'ın Elçisi onun ve ailesinin cennette kendisine komşu olmaları için dua etmişti. Dünyada başına gelen hiçbir şey artık Ümmü Umare'nin umurunda değildi. Hz. Peygamber (s.a.v.) Ümmü Umare'nin yaptığına kimsenin güç yetiremeyeceğini ifade etti. Zira oğlu Abdullah'ın yaralı kolunu sardıktan sonra bile 'Haydi müşriklerle savaş!' diyebilecek kadar fedakar ve cesur bir anneydi o. (İbn Sa'd, Tabakat, VIII, 414-415) Uhud Savaşı'nın ardından Ümmü Umare Benî Kurayza Gazvesi'ne, Hayber'in ve Mekke'nin fethine, Huneyn Savaşı'na ve Hz. Peygamber'in vefatından sonra da Yemame Savaşı'na katıldı. Uhud'da olduğu gibi Huneyn'de bozguna uğrayıp dağılan Müslümanların yeniden toparlanması için çaba sarf etti ve düşmanla çarpışmaktan çekinmedi. Nitekim o, Medineli ilk Müslüman kadınlardan biri olarak İkinci Akabe Biatı'nda Allah Resûlü'nü ne pahasına olursa olsun koruyacağına dair söz vermişti. Savaş, insanın hayatta karşılaşabileceği en zor ve tehlikeli durumlardan biridir. Erkeklerin bile zorlandığı ve istemediği böyle bir ortamda, özellikle de Müslümanlar için çetin bir imtihan olan Uhud Savaşı'nda Ümmü Umare yaptıklarıyla Allah Resûlü'nün takdirini kazanmış ve duasına mazhar olmuştur. Allah'a ve Peygamberi'ne iman etmenin sorumluluğunu derin den hissederek bu uğurda canını feda etmekten asla kaçınmayan Ümmü Umare cesareti ve fedakarlığı ile adından söz ettiren örnek bir şahsiyettir. (Sahabe Hatıraları DİB yay. Syf. 159)


MEAL OKUYORUM

Ey imanın huzuruna kavuşmuş insan!

Sen O'ndan razı, O da senden hoşnut olarak rabbine dön.

Böylece has kullarımın arasına sen de katıl.

Cennetime gir!(Fecr,89/27-30)


GÜNÜN DUASI

'Ey gökleri ve yeri yaratan! Dünyada da ahirette de beni yönetip himaye eden sensin. Müslüman olarak canımı al ve beni iyi kulların arasına kat!' (Yûsuf, 12/101)


HER GÜNE BİR HADİS

'Biriniz, 'Allah'ım! Dilersen beni bağışla', 'Allah'ım! Dilersen (inşaallah) bana merhamet et' diye dua etmesin. İsteğini kesin olarak istesin. Çünkü O'na engel olacak hiç kimse yoktur.' (Ebû Davud, Salat, 358)


BİR SORU-BİR CEVAP

Orucu bozan şeyler nelerdir?

Orucun temel unsuru, yeme, içme ve cinsel ilişkiden uzak durmak, nefsi bunlardan mahrum bırakmak olduğu için, oruçlu iken bunlar ve bu anlama gelecek davranışlar orucu bozar. Yemek ve içmek, yenilip içilmesi mûtat olan her şeyi kapsamı içine alır. Sigara, nargile gibi keyif veren tütün kökenli dumanlı maddeler ile uyuşturucular ve tiryakilik gereği alınan tüm maddeler oruç yasakları kapsamına girer (İbn Âbidîn, Reddü'l-muhtar, III, 386-387). Her ne sebeple olursa olsun, ağızdan alınan ilaçlar da aynı hükme tabidir. (Fetvalar, DİB Yay. syf. 273)