Dünyanın en ünlü kuramcılarından Mısırlı Samir Amin 'Liberal Virüs' kitabının girişinde '20. Yüzyılın sonuna doğru dünyaya bir illet musallat oldu. Gerçi herkes ölmedi ama hastalık herekse bulaştı. Salgının nedeni olan bu virüse 'liberal Virüs' adı verildi.' der. (Liberal Virüs, Özgür Üniversite Kitaplığı, 2004)
Liberalizmin kökenlerine baktığımız zaman taaaydınlanma çağı adı verilen sürece kadar inmemiz gerekmektedir. Kabaca, birey aklı ve özgürlüğünü ön planda tutan bu yaklaşım doğal olarak muhafazakarlığa bir tepki olarak doğmuştu. Doğal olarak liberalizm, siyasi ve ekonomik yaşamda bireyciliği ve birey özgürlüğünü savunmaktaydı. 20. yüzyılda ise liberalizm ekonomik anlamda kapitalizm ile birleşerek ortaya neo-liberalizm adı verilen yepyeni bir kimliğe bürünüverdi. Thatcher ve baba Bush sayesinde soğuk savaş da sona erince Keynesçilik tamamen aforoz edildi. Bu şu anlama geliyordu, devletin ekonomik hayata müdahalesi sona erecek ve piyasa kendiliğinden dengeye gelecekti.
Liberalizm -kimilerine göre ki bunda Fukuyama'nın etkisi çok büyüktü- tarihin sonu olarak bile adlandırıldı. Artık günlük hayatta devlet korumacılığı, müdahale söz konusu olmamalıydı, hatta devlet ekonomik hayattan tamamen çekilmeliydi. Bu anlayışı benimseyen siyasi partiler ülkemizde ardı ardına iktidara geldi. 1949'da AP bile serbest piyasayı savunuyordu. Sosyal demokrat yani karma ekonomileri, Keynesçi ekonomiyi savunan partiler bile yavaş yavaş ekonomik politikalarını serbest ekonomiye kaydırdı.
Bakkallar, zor durumda kaldıklarını ve marketlerle baş edemediklerini, rekabet koşullarında geri kaldıklarını söylüyor. Devlet müdahalesini istiyor. Öneri getiriyorlar.
Amin'in kastettiği virüs ise tam olarak bu olsa gerek diye de düşünmeden edemiyorum. Ekonomik hayatta liberalizmi savunan taban başı derde girince korumacı bir devlet müdahalesi talep ediyor. Ya bu taban liberalizmin ne olduğunu bilmiyor ya da Bekir Coşkun'un tabiriyle göbeğini kaşımaktan fırsat bulup anlamıyor.
Satırlarımı da yine Amin'in sözleriyle kapatmak gerekirse; '…Söz konusu iktisat kavramları da acayip bir biçimde birbirine karıştırıyor ve ilerlemeyle kapitalist yayılmayı ve kapitalist pazarı özdeş sayıyor. Oysa sosyal muhalefetlerin etkin ve başarılı olabilmeleri, bu tür kafa karışıklığından kurtulmalarına bağlıdır.'