Aralık ayı gelince yüreğimin tam orta yerine derin bir sızı gelip çöker.
Tam 8 yıldır içimde tarif edemediğim sızıyı yaşıyorumyine!
Takvimler 12 Aralık 2013 Perşembe gününü gösterdiğinde her fani gibi mülk evinin sahibinden tahliye kararı bu kez babam içinmiş meğer!
Kalbimde ince bir sızı.
Karlı bir güne uyandığımız Eskişehir sabahında ayazın iliklerimize kadar işlediği günün ilk saatlerinde aldığım vefat haberiyle yüreğime kor ateşi düşeli 8 yıl olmuş.
Dile kolay tam sekiz yıl geçmiş aradan.
Ölümle ilgili birçok şiir böyle zamanlarda tesellim olur.
Usta Şair Cahit Sıtkı Tarancı'nın şu sözleri özellikle;
'Neylersin ölüm herkesin başında.
Uyudun uyanamadın olacak.
Kim bilir nerde, nasıl, kaç yaşında?
Bir namazlık saltanatın olacak,
Taht misali o musalla taşında…'
Musalla taşında babam olunca haliyle duygusallaşıyor insan.
Kalemim duygularıma nazire yapıyor!
Yapsın…
Babamı yazdıkça içimde biriktirdiğim barajların kapaklarını açıyorum.
Bedenim sırılsıklam.
Elimde değil.
Babamı ve babamla geçen günler film şeridi gibi geçiyor gözümün önünden.
Hafıza tazelemesi yaparak zihni bir yolculuğa çıkıyorum Eskişehir'de…!
Her Gümüşhane'ye gittiğimde birlikte bitmesini istemediğim sayılı günler geliyor aklıma.
Elinden sıkıca tutarak Topaloğlu Ticarete girip Temel ağabeyin çay ikramları,
Kemaliye Camisinden çıkıp yanımıza gelen dostların tatlı sohbetleri zihnimde canlanıyor.
Zafer Çayevinde babam ile kadim dostlarının derin sohbetlerine misafir oluyorum!
Kemal Sadık, Niyazi Demirel,Şeyh Ali dayı,Muhtar Şaban,FehmiTurhan,Şeref Sadık,Ali Çavuş toplanmışlar bir masanın etrafında şeker tadında sözleriyle muhabbeti kaynatıyorlar.Can kulağıyla onları dinliyorum.
Öyle ki yaşadıkları ortak gurbet öyküleri,köy yaşamına dair hatıralarını dinledikçe hiç bitmesini istemediğim bir film sahnesindeymişim gibi etkiliyor beni.
Her birisinin yüzünde yılların büyüttüğü sevinçlerin, acıların çentik çentik darbeleri, yaşanmış hatıraların derin izleri var…
Babam…
Acısınıda sevincinide kutsal bir sırmış gibi hep içinde gizli saklardı.
Her türlü dünya nimetine paylaşma ve yardımlaşma duygusu içinde bakardı.
Varsa imkanı ihtiyacı olana vermekten hiç çekinmezdi.
Annem… Babamın her halinden razıydı, İki huyu hariç.
Elde avuçta ne varsa dağıtırdı.Anneme göre birinci kusuru buydu. Diğeri ise tiryakisi olduğu sigarası.
Bırakması için defalarca söyledi ama 60 yıllık sigarayla olan dostluğunu kesmedi.
Cömertti….
Annem bazen nasırlı ellerini açarak 'Bak görüyorsun. Ne zorluklarla çalışıp kazanıyoruz. Saçıp savurma'
Babam anamın uyarılarını dinliyor belki de hak veriyordu.
Fakat yinede o yufka yüreği dayanamaz yapacağını yapardı.
İsteyene verdikçe de ilahi kudretin ona fazlasıyla karşılığını vereceğini biliyordu.
Bu yönüyle içinde sakladığı yardım severliği yatağına sığmayan bir ırmak gibiydi.
Hiç bitmiyor tükenmiyordu.
Elinden her iş gelirdi babamın.
Yemez yedirir,giymez giydirirdi.
İnsanları üzmeyen, tersine okşayan ve sevindiren; yüreği sevgi dolu bir komşuydu.
Mahallenin hatta köyün Hasan Babasıydı…
Zaman su misali dolu dizginakıp gidiyor hayatımızdan.
O'nu düşündükçe ve de yazdıkça içim acıyor.
Hele bir de ismini verdiğimiz evladımızın vefatından önce Eskişehir'e geldiğinde dondurma ve oyuncak alıp günün sonunda eve dönüşleri unutamayacağımız anılar arasında…
Dedesini andığımız sohbet anılarımızda Haktan Hasan'ın 'Dedem bana dondurma, oyuncak getirirdi' cümlelerini duyunca kirpiklerimin arkasında saklanan gözyaşlarıma engel olamıyorum.
Mekanı cennet olsun.
Baba acısı işte…
Arada saklanır bir yerlere, sonra yeniden yükselir ateşi. Kordur acısı.
Zaman zaman harlanır, zaman zaman yatışır. Ama hep kor olarak kalır.
Yüreğimde ona karşı öyle sözler kaynıyor ki, öyle duygular kabarıyor ki defterlere, kağıtlara sığacak gibi değil.
Rahmet olsun Babama… Vefat emiş tüm Babalara…