İbn-i Haldun'a ait olduğu söylenen 'Coğrafya kaderdir' sözü bu teorinin özü olsa da Fransız düşünür Montesquieu 19. Yüzyılda zenginlik ve yoksulluğun coğrafi dağılımından bahsetmiş ve tropikal iklimlerdeki insanların tembelliğe eğilimli ve merak duygusundan yoksun olduklarını savunmuştur. Yani bu hipoteze göre zengin ve fakir ülkeler arasındaki büyük ayrım coğrafi farklılıklar tarafından belirlenmiştir. Kısacası 'coğrafya kaderdir.'
Bugün popüler kültürde bile düşüncenin çok sayıda taraftarı olsa da gerçekten de böyle midir? Eğer öyleyse Osmanlı ve Türkiye'nin kağıt para sürecinde karşılaştığımız acılar, hüzünler, başarısızlıklar, fakirlikler bu kaderin bir sonucu mudur?
Daren Acemoğlu ve James A. Robinson, 'Ulusların Düşüşü'nde buna şiddetle karşı çıkmıştır. Onlara göre tarih, bizlere iklim ya da coğrafya ile ekonomik başarı arasında basit ya da kalıcı bir bağlantı olmadığını göstermiştir. Acemoğlu ve Robinson, dünya tarihi içinde bu hipotezi çürütmek için onlarca örnek vermiştir. Örneğin, 'Neolitik Devrimde dünyaya öncülük eden Ortadoğu'ydu ve ilk şehirler Irak'ta ortaya çıkmıştı. Demir ilk kez Türkiye'de eritilmişti. Üstelik Ortadoğu, orta çağa dek teknolojik bakımdan dinamik bir bölgeydi.' Nitekim tarihsel süreç içinde baktığımız zaman özellikle Anadolu yüzlerce yıl birçok medeniyete ev sahipliği yapmıştır. İpek Yolu ve Baharat Yolu gibi tarihin en önemli ticaret yolları bu coğrafyadan geçmiştir. Tarihte birçok bilimsel gelişmenin temelleri burada atılmıştır. Thales, Anaksimandros, Anaksimenes, Anaksagoras, Ksenofanes ve Herakleitos, Epiktetos, Diogenes, Aristoteles, Hipokrat, gibi antik dönem düşünür ve filozoflar Anadolu'da doğmuş, yaşamış ve bilimsel birçok paradigmanın temelini atmıştır. 12. ve 13. Yüzyılda Anadolu'da Mevlana, Hacı Bektaşi Veli, Yunus Emre, Taptuk Emre, Pir Sultan Abdal, Hallacı Mansur gibi önemli tasavvuf ve ruhani liderler düşünce ve sosyal yaşamı şekillendirmiştir.
Batı dünyası tarafından 11. ve 13. Yüzyıllar arasında Anadolu ve Ortadoğu'ya defalarca adına Haçlı Seferleri denilen seferler düzenlenmiştir. Bölge, Cennetin Krallığı olarak tanımlanmış, günümüz popüler kültürde bile bu terim kullanılmaya devam etmiştir. O zamanki ticaret yolları olan ipek ve baharat yollarını ellerinde bulunduran Anadolu'daki devletler bu sayede çok zengin olmuşlardır. Anadolu'daki devletlerin aksine o dönemde Avrupa ise yokluk içinde, köylüler aç, halk yoksul ve soyluların birçoğu işsiz durumdadır. Anadolu'ya ve Ortadoğu'ya gelen Avrupalılar, malların bolluğunu, Anadolu ve Ortadoğu'nun zenginliğini, halkının refahını görüp ülkelerinde daha da abartarak anlatmışlardır. Bunları duyan Avrupalı halk da buraları ele geçirmenin yollarını aramaya başlamıştır. Bugün bile bu bakış açısının etkilerini görürüz. Coğrafya kaderse bu kader; antik çağ ve orta çağ dönemlerinde neden tam tersidir? Neden o dönemlerde Anadolu ve Ortadoğu zenginliğin, düşüncenin, ticaretin ve medeniyetin beşiği olmayı başarmıştır? Hani, coğrafya kaderdir?
Çünkü Daron Acemoğlu ve James A. Robinson'a göre ne neolitik devrimin Ortadoğu'da ortaya çıkmasını sağlayan ne de onu fakirleştiren coğrafyası değildir. Tam tersi bu bölgenin fakirleşmesini sağlayan Osmanlı'nın genişleyip güçlenmesi ve geride bıraktığı kültürel mirasın ta kendisidir. Yani kader olan aslında coğrafya değil o coğrafya içinde yaşayan insanların olaylara bakış açısıdır.
Acemoğlu ve Robinson'un yazdığı gibi çoğu düşünür, iktisatçı ve siyasetçi; sürekli karşılaşılan sorunları ya da olayları 'doğru anlamaya' odaklanır. Oysa asıl odaklanılması gereken nokta bu değildir. Asıl odaklanılması gereken konu 'yoksul ülkeler ve toplumlar meseleyi neden yanlış anlarlar?' olmalıdır. Kararları kimin aldığı, bu kararları neden ve nasıl aldığı çok önemlidir. Çünkü bu kararlar gelişmişlik ve azgelişmişliğin belirleyicisidir. Meselenin neden yanlış anlaşıldığı sorusuna cevap bulmak az gelişmişliğimizin gerçek nedenlerine bizi ulaştıracaktır. Çünkü meseleyi yanlış anlamanın ne cehaletle ne kültürle ne de coğrafya ile ilgisi vardır. Çünkü az gelişmiş ülkelerdeki iktidarlar, yoksulluğa yol açacak seçimler yaptığı için halk yoksuldur. Ve bunlar, 'meseleyi hata ya da cehalet yüzünden değil kasten yanlış anlarlar.' Bunu anlamanın tek yolu da bu kararların nasıl alındığı, kimler tarafından alındığı ve bu kararların neden alındığını irdelemek ve o dönemin tüm koşullarını incelemekten geçmektedir. Bu yüzden iktisat bilimi hiçbir zaman siyaset ve siyasetçiden bağımsız ele alınamaz ve iktisat o yüzden siyasetin ta kendisidir.
Ve kısacası coğrafya asla kader değildir.