ÖZCAN TÜRKMEN

'İltifat ettiğiniz son kişiyi hatırlıyor musunuz?', 'Size yapılan son iltifatın sahibi kimdi?' gibi soruları biraz artırsam sizler de benim gibi sıkılacaksınız eminim.
Sıkılacaksınız çünkü bu kavram ve buna bağlı kavramların çağrıştırdığı hususlar, o kadar azaldı ki.
'Birine güler yüz gösterme, hatırını sorma, tatlı davranma', 'İlgi gösterme, rağbet etme', 'Söz söylerken, daha çok etki sağlamak için beklenmedik bir anda sözü, konu ile çok yakından ilgili birine veya bir şeye yöneltme.' anlamlarıyla günümüzde kullandığımız 'iltifat' kelimesi de diğer benzerleri gibi unutuluyor gibime geliyor.
Okşayıp övdüğümüz, iltifat ettiğimiz 'arkasını sığadığımız/sıvazladığımız/sıvadığımız' birileri niyeyse ve de neredeyse yok.
Birini hoş bir söz veya davranışla sevindirmeyi, 'gönül okşamayı' unutmuş gibiyiz neredeyse.
Çoklukla şaka yollu olsa da sıkça kullandığımız 'Bayram (düğün) değil seyran (bayram) değil eniştem beni niye öptü' deyimini unuttuğumuzdan olsa gerek 'Gösterilen bu yakınlığın, bu ilginin, iltifatın gizli bir sebebi olmalı.' deyip kendi kabuğumuza çekiliveriyoruz hemen.
Nerde o eski birbirine kur yapanlar; birine ilgi göstererek, iltifat ederek ilgi ve sevgisini kazanmaya çalışanlar nerde efendim, nerde? Nerde o iltifatlarıyla birbirini mahcup eden beyefendiler nerde? İltifat üstüne iltifat eden hanımefendiler, beyefendiler nerde?
'Marifet iltifata tabidir / Müşterisiz meta zayidir.' diyen Muallim Naci (1850-1893)ler ve bu hususu çok iyi anlayıp gereğini yapanlar nerede?
İltifat edenleri, iltifata saygı duyanları elbette ayrı tutuyorum.
Takdir sözlerinin ve de gereksiz olmamak kaydıyla iltifatların sevgiyi saygıyı güçlendirdiğini hepimiz iyi biliyoruz. Hekim ve filozof İbni Sina(980-1037)'nın ifadesiyle 'Bilim ve sanatın iltifat görmediği ülkeyi terk ettiğini' de hepimiz biliyoruz.
Gereksiz şeylere gereksiz iltifat etmenin gülünçlüğünün de hepimiz farkındayız.
İltifatı istemeyen, iltifatı özlemeyenimiz mi var sanki... Samimi iltifattan hoşlanmayanımız mı var sanki... Yerinde iltifatlarla meşru şekilde methedilenlere imrenmeyenimiz mi var sanki… İnsanların arasında geçer akçe olan şeylerden birinin de iltifat olduğunu kabul etmeyenimiz mi var sanki...
Evet, evet; güvenilmenin, sevilmenin büyük iltifatlardan sayıldığını anlamayanımız mı var sanki…
Evet, evet; bütün bu sözlerden sonra değişik kaynaklarda değişik şekillerine rastlansa da özü hemen hemen aynı olan aşağıdaki 'Kağıt Bardak' kıssasındaki olayın kahramanı gibi meselenin aslını kavramak kimlere nasip ki:
'Eski bir bakandan bir konferansta konuşma yapması istenmişti. Elinde kağıt kahve bardağı ile kürsüye çıktı ve konuşmasına başladı ama kafasının başka yerde olduğu sanki anlaşılıyordu.
Daha bir iki cümle söylemiş iken durdu, kahve bardağından bir yudum aldı ve sonra bir süre bardağı kaldırıp baktı. Derin bir nefes aldı ve 'Biliyor musunuz ne düşünüyorum?' diye sordu. 'Bu konferansta geçen yıl da hem de aynı kürsüde konuşmuştum. Tek bir fark vardı. O zaman hala bakanlık görevim sürüyordu. Buraya gelirken bana business class bileti alınmıştı, hava alanında beni bir limuzin ve eskort araba bekliyordu. Beni önce bir otele götürmüşlerdi. Otel müdürü beni otelin kapısında karşılamış ve kral dairesine çıkarmıştı. Ertesi sabah lobide benim odadan inişimi bekleyen bir heyet vardı. Beni yine aynı limuzinle bu salona getirmişlerdi. Özel bir kapıdan içeri almışlardı. Çok şık bir bekleme odasında konferansı beklerken porselen bir kapta kahve ikram etmişlerdi. Sonra da beni salona aldılar ve en ön sırada ayrılan yerime geçmiştim.'
Eski bakan derin bir nefes aldı, seyircilere gülerek bir süre baktı ve devam etti: 'Fakat bu yıl karşınızda bir bakan olarak bulunmuyorum.'
Bir an durdu ve sonra 'Dün buraya kendi ödediğim uçak bileti ile uçtum. Beni hava alanında kimse karşılamadı. Otele taksi ile geldim. Kendi odama kendim çıktım. Bu sabah buraya otelden yine taksi ile geldim. Kapıdan girerken güvenlikten geçtim, hüviyetimi alıp listede olduğuma emin olmadan salona almadılar bile. Sonra da bulabildiğim yerde oturdum. Canım kahve istedi ve görevliye sordum; bana dışarıda kahve makinesi olduğunu söyledi. Ben de çıktım ve şu gördüğünüz kağıt bardağa kahveyi kendim doldurdum.'
Seyirci gülmeye başlamıştı. 'Sanıyorum geçen yıl porselen bardak bana sunulmamıştı. Makamıma sunulmuştu. Benim asıl bardağım işte bu.'
Konuşmanın bu noktasında gülüp alkışlayan seyircilere kahve bardağını kaldırıp gösterdi. Alkışlar bitince de şunları söyledi: ''Size verebileceğim en iyi ders bu işte. Bütün o övgüler, hizmetler, avantajlar, rütbeniz, rolünüz, makamınız içindir. Size ait değildir. Ve bir gün makamınızı görevinizi bitirdiğinizde porselen bardağınızı halefinize verirler. Çünkü aslında layık olduğunuz hep kağıt bardaktır.'