Yusuf Leventeli

Andrey Tarkovski yirmi beş yılda sadece yedi film çekmiştir. Bu sayı nicelik olarak az görülebilir ancak nitelik olarak baktığımızda, sınırlı olanaklarla kendi kurallarından ve sorgulamalarından vazgeçmeyen filmler ortaya koyduğunu görürüz. Müzikle, şiirle, lirizmle harmanlanmış sinemasını bütünlüklü bir biçimde düşündüğümüzde, zaman, mekan ve karakter yaratma başarısı; etik ve estetik sınırları ve sanatsal üslubu Tarkovski'yi sadece çağdaşlarından ayırmakla kalmaz, tüm sinema tarihinde özel bir konuma yerleştirir.
Tarkovski'nin sanatsal dünyası, esrarengiz ve alışagelmişin dışında cereyan etmektedir. Filmlerinde derin felsefi sorular ortaya atarak, onların yanıtlarını arar. Bu açıdan bilimkurgu kendisine hem yakın hem de uzaktır. Varoluşu bireyin gerçeklikle olan ilişkisi olarak tanımladığından, özü itibariyle insanın peşindedir. Kaçınılmaz olarak bilimkurguyu da insani bir düzleme çeker. Kendisine neden Solaris kitabını uyarladığı sorulduğunda, Stanislaw Lem'in kendisine yakın gelen bir meseleyi ortaya koyduğunu belirtir: 'İnsanın kendi kaderinin sınırları içinde verdiği mücadele yolunda engelleri aşması, bu yoldaki inançları meselesi ve ahlaki dönüşümü.' Bir anlamda Tarkovski'ye göre Solaris'in derinliği bilimkurgu olmasından değil içeriğinden kaynaklanmaktadır. Ancak Tarkovski, Solyaris'i (Solaris, 1972) diğer filmlerine göre daha az başarılı bulur. Sebebini de bilimkurgu öğelerinden tamamen kaçamamış olması olarak açıklar. Bilimkurgu edebiyatının bir başyapıtını sinemaya uyarladığını düşündüğümüzde kaynak temalardan bu kadar rahatsız olması düşündürücüdür. Oysa tam yedi yıl sonra çektiği Stalker (İz Sürücü, 1979) filmine baktığımızda cevabı buluruz: Tarkovski'yi önemli kılan sezgileridir. Varoluşçuluk için de önemli bir sorun haline gelen, sürekli gelişen teknolojik uygarlığa şüphe ile bakmaya devam etmektedir. Her iki romanda da ahlaki ve felsefi sorularının cevaplarını bulmuş olduğunu söyleyebiliriz.