İsrail, Filistinli Müslümanlara yaptığı zulümle yine gündemde. Müslümanların kutsal gecelerinden biri olan Kadir gecesinde tomalara yüklenen lağım suları ile ibadet halindeki Müslümanlar taciz edildi. Yine bildik trajik görüntüler ve ortam; İsrail zulmüne karşı sesiz Batı ve sesiz Müslüman dünyası. Neyse ki, iç cephede iktidar ve muhalefeti İsrail'i kınandı. Tabi, bu kınamalar yeterli değil; askeri, siyasi, ekonomik ve kültürel alanda milli ve insani tepkiler organize edilmeli ve örgütlü bir tepki konulmalı, İsrail'e yaptırımlar uygulanmalıdır.

Filistin sorununa tarihi açıdan bakarak devam edelim.

İkinci Dünya Savaşı'nın A.B.D. ve müttefiklerinin galibiyeti ile neticelenmesi sonrasında Filistin sorunu Birleşmiş Milletler Cemiyeti'nin gündemine acil bir şekilde alındı. Yapılan çalışmalar sonucunda, 1974'ün Kasımı'nda Filistin coğrafyasının Yahudi ve Araplar arasında, iki ayrı devlet olarak paylaşılmasına karar verildi. Bu stratejik karar Yahudiler tarafından memnuniyetle karşılanırken Araplar alınan kararı reddetti, ve böylece srail-Filistin savaşı başladı. 1948'e gelindiğinde ise 14 Mayıs'ta Birleşmiş Milletler kararı gereğince David Ben Guiron tarafından resmi olarak İsrail Devletinin kuruluşu ilan edildi. Çok hızlı bir şekilde kurulan yeni devlete Müslüman devletler tarafından tepkiler gecikmedi. 24 saat içinde Irak, Lübnan, Ürdün, Suriye, Mısır İsrail topraklarına girdi. İsrail de savunma ve akabinde saldırıya geçti. İsrail, Deir Yasin köyünde yaptığı saldırılarda 254 Filistinliyi katletti. Bu katliamın etkileri dünya gündeminde yer alırken, bölge kısa bir sürede bir savaş alanı olarak dikkat çekmeye başladı. Deir Yasin katliamından 26 yıl sonra İsrail daha organize olmuş bir şekilde saldırıya geçti; bu saldırılarda da 300 Filistinli yaşamını kaybetti. 1990'da ise İsrail, Kudüs'te unutulmayacak bir katliam daha yaptı. Mescid-i Aksa merkezli çatışmalarda 30 Filistinli daha öldü. 1996'da Lübnan Kana mülteci kampına düzenlenen vahşi saldırıda ağırlıklı olarak kadın ve çocuklardan oluşan 109 kişi can verdi; ne yazık ki bu insanlık dışı saldırılar karşısında özellikle Batı dünyası sessiz davranıyordu. İnsanlığın yüzkarası katliamlarından biri olan Ceni katliamı ise 2002'de gerçekleşti; mülteci kampına saldıran İsrail ordusu 1300 Filistinli'yi öldürdü.

Amerika'yı da arkasına alan İsrail 2006'da ölüm saçmaya devam etti; bir ay boyunca Beyrut'u Filistin'e verdiği destek sebebiyle bombalayan İsrail, neredeyse Beytut'ta taş üstünde taş bırakmadı.

Tarihler 31 Mayıs 2010'a geldiğinde dünya yeni bir olayla çalkalandı. Gazze'ye yardım götüren Mavi Marmara gemisine İsrail ordusu helikopterlerle indirme yaptı. Silah kullanan İsrail askerleri 9 Türk vatandaşını şehit etti. İsrail'i 1949'da (Menderes dönemi) ilk tanıyan ülkelerden biri olan Türkiye'nin 9 askeri İsrail tarafından katledildi. 2007'de İsrail Başbakanı Simon Perez TBMM'de yapmış olduğu küstah konuşmanın soğuk rüzgarlar devam ediyordu; İsrail, Filistinli Müslümanlara yaptığı saldırılara devam etti; Gazze'de 1300 Filistinli Müslüman daha katledilmişti. 30 Ocak 2009 ise Davos krizine sahne oldu. Başbakan Tayyip Erdoğan'ın 'One minute' çıkışı ve İsrail'i katliam yapmakla suçlaması üzerine iki ülke arasında o zamana kadar görülmemiş bir gerginlik havası oluştu. İsrail, Anadolu Kartalı tatbikatından çıkarıldı.


İsrail'in Filistin halkına yapmış olduğu katliamları bir listede şu şekilde toplayabiliriz;
'29 Ekim 1948'de Safsaf köyüne saldırısında 70 ölü; aynı gün El-Halil'deki Davayima Köyü baskınında kadın ve çocukların da bulunduğu saldırıda 80 ölü; Batı Şeria'daki Kibya Köyü'ne yönelik 1953 baskınında 67 ölü; 1956 saldırısında 49 ölü; yine 1956'da Samu köyü baskınında 8 ölü; 1968 hava saldırısında 56 ölü; İrbid bombardımanında 30 ölü; 12 Şubat 1970 Mısır sınırı fabrika baskınında 70 ölü; Filistinli Müslümanlara destek veren Libya'ya 19 Şubat 1973'te yapılan hava saldırısında Libya Havayolları'na ait bir yolcu uçağını düşürülmesi sonrasında 107 ölü; 1970'de ise Mısır'da Sha eyaletinde yapılan bir bombalı saldırıda 46 çocuk ölü; 1971 Suriye bombardımanında 200 ölü; 1982 Lübnan saldırısında 991 ölü…' Bu ölüm listesine son yılların saldırılarının verileri eklendiğinde durumun vehameti tüm çıplaklığı ile ortadadır. İsrail sadece Filistinli Müslümanlara değil; onlara destek olan bazı Arap ülkelerinde de katliamlara devam etmiştir dünyanın gözü önünde; sözde insan hakları savunucusu Batı ülkeleri ve bazı Müslüman ülkeler ise bu katliamlara sessiz kalarak emperyalizme hizmet etmişlerdir.




Sol Hükümetler ve İsrail

İsrail'in bu vahşeti karşısında sessiz kalmayan ülkeler de vardı. Ekvator, El Salvador, Şili, Peru, Brezilya İsrail'den elçilerini çektiler. Şili İsrail ile ekonomik ilişkisini resmi olarak keserken Küba ve Bolivya İsrail'i terörist devlet olarak ilan etti. Adı geçen ülkelerin solcu hükümetleri Müslüman Filistinlilerin yanında olurken, ne gariptir ki; Filistin'in dindaşı olan Müslüman ülkelerden ses çıkmadı.

Türk Solu ve İsrail

Emperyalizm karşıtı solcu gençler de İsrail katliamlarına sesiz kalmadılar. 6 Haziran 1967'de devrimci gençler Arap-İsrail savaşında Araplardan yana tavır koyduklarını kamuoyu ile paylaştılar. Bu gençler yoksul Arapların emperyalist kontrollü İsrail'e karşı bağımsızlık savaşı verdiğine inanırlarken, emperyalizmin asıl amacının petrol kaynaklarını ele geçirmek olduğunu vurguluyorlardı. Abdulkadir Yaşargün, Mustafa Çelik adlı genç devrimciler Filistin'e ilk gidenlerdi; 19 yaşındaki Mustafa Çelik Filistin'de şehit düştü. Devrimci lider Deniz Gezmiş de arkadaşları ile konuya dahil oldu. Deniz Gezmiş ve arkadaşları 'Kuşadası'na kampa gidiyoruz ' derken Filistin kampları için yola düştüler. Gezmiş, ezilenlerden yana olma zorunluluğuna, emperyalizmle her cephede savaşacaklarına dikkat çekiyordu. 4 silah onlarca kitapla yola çıkan Gezmiş ve arkadaşları Suriye'de göz altına alındılar. Gezmiş gözaltıcılara amaçlarının ne olduğunu açıkça söyledi ve geçiş iznini aldı. 1 yıl Filistin kamplarında teorik ve pratik gerilla eğitim alan Gezmiş ve arkadaşları dünyanın her yerinden bölgeye gelen dünya devrimcileri ile bol bol konuşma ve değerlendirme fırsatı buldular. Ülkeye döndüklerinde ise Hüseyin İnan ve arkadaşları Diyarbakır cezaevine alındılar; bir süre de orada kaldılar. Bu ekip Filistinli Müslümanlar çağırdığında savaşa hazır olduklarını duyurdu; ama ekiptekilerden bazılarının ömrü Filistin'de emperyalizmle savaşmaya vefa etmedi…

ABD ve İsrail

Emperyalizmin kaptanı A.B.D. her zaman İsrail'i destekledi; eylemlerin arkasında oldu. İsrail, A.B.D.'nin Ortadoğu'daki hedeflerine ulaşması için en önemli esturmandır. A.B.D.'nin önceki Başkanı Trump, Filistin meselesinde çok net bir şekilde tavrını belli etti; 'Yüzyılın Antlaşması' başlığı isimli bir 'plan'la sahneye çıktı. Edinilen bilgilere göre, Filistin için bir felaket senaryosu hazırlanmış durumda. Kudüs, İsrail'in başkenti olarak da duyuruldu.

Bu felaket planına göre Filistin'e Sina Yarımadası'nda sınırlı bir arazi bırakıldı. Kudüs'ün tamamı ise İsrail'e verilmek üzere karar alındı. Yeni yerleşim planında Filistin küçük bir mahalleye hapsedilmiş durumda. Bu sınırlı mahalle Filistin'in başkenti olarak tanımlanmış. Batı Şeria'da yasa dışı olarak kurulan Yahudi yerleşkesi ise güvence altında. Filistin için kısmi maddi yardımlar üzerinde duruluyor; ama İsrail tarafından yerlerinden edilen 6 milyon civarındaki Filistinli mültecinin geri dönüşleri konusunda hiçbir hüküm yok.

Filistin Devlet Başkanı Mahmut Abbas bu antlaşmayı reddettiğini dünyaya resmi yollarla duyursa da A.B.D.'nin bu insanlık dışı planına dünya hak ettiği tepkiyi koyamıyor ne yazık ki.

Rusya'nın Yaklaşımı

A.B.D.'nin planını çok tehlikeli bulduğunu duyuran Rusya, sorunun BM Güvenlik Konseyi'nde çözülmesi gerektiği üzerinde duruyor.

Türkiye ne yapmalıdır?

Sahne arkasında emperyalizmin, sahne önünde İsrail'in Filistin politika ve eylemleri emperyalizmin Ortadoğu petrol kaynaklarına çökme ve bölgede İsrail'in gücünü artırma jeopolitik hamlesidir.

Buna karşı Türkiye bir an önce bölge Müslüman ülkelerini bir Filistin Konferansı'nda toplamalı, emperyalizmin bu hain amacını masaya yatırılmalı, bu amaca ulaşılmasının yollarlını kesmeye yönelik çalışmaları organize etmeli ve işbirliği ortamını sağlamalıdır. Bölge konferans güvenliği açısından çok önemlidir. Bu konferans emperyalizmin bölgedeki yuvalanmasını engelleyecek en önemli silahlardandır.

Kürecik üssü ise vakit kaybedilmeden kapatılmalıdır. Kürecik Türkiye'yi değil; İsrail'i koruyor. Bu askeri üs radarı İran'a karşı kurulmuş bir sistemdir. İsrail ve Katar'da bulunan radarların menzili İran'dan gelme ihtimali olan füzeleri tespit edemezken Kürecik radarı bu eksiği gideriyor. Kürecik, İran'ı tam olarak gördüğü için İsrail lehine erken ihbar görevini yerine getirmektedir. İsrail'in Filistin'de yaptığı insanlık dışı saldırıları 'kınama' hali sorunun ciddiyeti açısından yüzeyde kalmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarafından yaptırımlara geçilmelidir. Bu çerçevede Kürecik üssünün kapatılması büyük önem arz ediyor.

Üçüncü önerimiz ise İsrail markalı ürünleri millet olarak kullanmamamız yönündedir. Daha önceki yıllarda bu yönde söylemler olmuş; fakat bir başarıya ulaşılamamıştır; çünkü örgütlü bir eylem başlatılamamıştır. Kamu spotları destekli olarak sivil toplum örgütleri, siyasi parti il ve ilçe başkanlıkları, muhtarlıklar, tarım birlikleri, sendikalar, meslek odaları, gençler, ev hanımları, işçiler, çiftçiler, esnaf, ticaret erbabı, iş insanları, memurlar, medya ve diğer toplum kesimleri aynı eylem çatısı altında organize olabilirse milletçe ekonomik açıdan da İsrail'e gereken cevap verilebilir… Emperyalizm için ticari mal Tanrı/Tanrıça gibidir…

Konu ve eylemler vakit kaybedilmeden ülke gündemine alınmalı, ilave yaptırımlarla desteklenmelidir. Unutulmamalıdır ki; mazlumlar zalimlerden daha güçlüdür; yeter ki amaç birliği, örgütlenme ve haklılık olsun…