Baştan söyleyeyim iki yıldır hayatımızın olağan akışını tersine çeviren Covid-19 pandemisindenhepimizin alacağı çok şey var.

Neyse ki virüs bu günlerde etkisini yitirdi de yaşam şartlarımız olağan hale geldi.
Böyle bir giriş yapmamın elbette bir sebebi var.
İki yıldır pandemi nedeniyle ertelenen oğlum Emre'nin beyaz önlük giyme töreni için ailece İstanbul'a gittik.
Koç Üniversitesi Tıp Fakültesi tarafından organize edilen törende her anne baba gibi bizde duygu dolu anlar yaşadık.
Bizlere bu günleri yaşatan rabbimize nihayetsiz şükürler olsun.İsteyen her anne babaya rabbim bu güzellikleri nasip etsin.
Tören izlenimlerini yazmadan önce İstanbul üzerine birkaç cümle yazmak istiyorum.
Bozüyük-Bilecik-Adapazarı-İzmitgüzergahındanİstanbul'a doğru ilerlerken yolların diğer zamanlara oranla daha sakin ve araç yoğunluğunun az olduğu dikkatimizi çekti.
Özellikle İstanbul'a yaklaşırken tüm sürücülerin korkulu rüyası olan aşırı trafik neyseki bu sefer yoktu.
'Gelen zamlar şehirlerin kronik trafik sorununu çözmüş' diye ironi yapalım.
Belliki son yıllarda akaryakıta gelen fahiş zamlar sürücüleri canından bezdirmiş olacak ki insanlar mecbur kalmadıkça araçlarına binmiyorlar artık.
Gün ağarırken vardık 'taşı toprağı altın' dedikleri İstanbul'a…
Yedi tepe üstüne kurulan dillere destan şehrimiz İstanbul!
Şairin 'Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar;
Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar.' Sözleriyle tarif ettiği güzel kentimiz!
Sultanbeyli-Ataşehir bölgesinden geçerken çoğunun adı 'yabancı'olan yüksek katlı gökdelenleri görünce yüreğim sızladı.
Zannettim ki İstanbul'a değil de;Dubai'ye, Newyork'a,Chicago'ya gelmiş gibi olduk.
Kentin kalbine saplanmış hançer gibi gözüme battı bu yüksek yapılar.
Sayın Cumhurbaşkanı'mızın birkaç yıl önce itiraf ettiği üzere 'İstanbul'a ihanet ettik, ediyoruz.Bende sorumluyum…' sözleri geldi aklıma…
Yüksek katlı gökdelenlerin arasından geçip Bahçelievler'e ulaştık.
Her zaman misafirlerini gülen yüzüyle gönül hanesinde misafir eden anne yarısı Sevda teyzemin evine vardığımızda saatler 21.00 gösteriyordu.
Teyzeme her gittiğimde anılar hatıralar depreşir zihnimde!
O kadar çok ki…
Hele ki evin kırmızı koltuklu odası yok mu!Alır götürür beni maziye.
Belki 30-40 yıl öncesine…
Rahmetli Şükrü dedemle birlikte geçirdiğimvakitler!
Sonrasında Gümüşhane'de çalışırken asfalt kursu için gittiğim bir haftalık sürede rahmetli Necati eniştenin her sabah namazı odanın kapısını tıklatıp o narin ses tonuyla 'Hüseyin sabah namazı' sözleri hala kulağımda çınlar!
Sonrasında yine İstanbul'a annemle gittiğimde geçen vakitler…!
Zaman tünelinde film şeridi gibi geçer gözümün önünden!
Öyle bir an olur ki kirpiklerimin arkasında titreyip duran damlacıkları daha fazla zapt edemem.
Elde değil!
Teyzem, çifte kavrulmuş yüreği ile beş ay önce kardeşini sonra ablasını kaybetmesinin derin üzüntüsü her halinden belli oluyordu.
Kardeş acısı işte…
Geçmiş hatıraları tazeledikçe onunda bizimde gözlerimiz nemlendi.
***
Bir gün sonra sabah saat:11.00
Koç Üniversitesindeyiz.
Daha ilk girişte yem yeşil bitki örtüsü,ferah,renga renk çiçek bahçeleri ve uzun boylu çam ağaçlarının gölgesinde, üniversitenin büyüleyen manzarasıyla girdik salona.
Program başlamıştı. Spor kıyafetli rahat tavır ve davranışlarıyla isminin Prof.Dr. Talat Kırış olduğunu sonradan öğrendiğim Beyin Cerrahı bir hoca slayt eşliğinde kürsüde konuşuyordu.
Ama ne konuşma!
Hayata ve insan sağlığına dair söyledikleri ilgi çekiciydi.
Kendi yaşamından kesitler ve arasırada yaptığı başarılı beyin ameliyatlardan bahsedip, anlattıklarını videolarla somutlaştırması ilginçti.
Konuşmasının bir yerinde yarı felçli halde gelen bir hastasını ameliyat ederek bir yıl sonra ip atlatır hale getirip videosunu bizlerle paylaşması alkışlarla karşılandı.
Çantamdan kalemi kağıdı çıkarıp ilgimi çeken hocanın bazı cümlelerini not etmeye başladım.
'Hayata farklı bakış açılarıyla bakabilmek önemlidir.' Mesela herkes Ayasofya'yı konuşur.Amaburanın astronomik ve matematik alimi Ali Kuşçu'yu kimse konuşmaz.'
Konuşmasının devamında:'Bir film incelemesinde örneğin beyinde bir bulgu yakaladınız. Siz tümörde ısrar ederseniz olmaz. Bu apsedeolabilir.O sebeple biz hekimlerin farklı bakış açısına sahip olması gerekiyor.'
Ve şu cümlesi ilginçti:'Dünyayı, farklı bakabilenler ileriye götürüyor.'
Talat hoca biraz sonra önlük giyip yemin edecek hekim adaylarına söylediği şu sözler ve yaptığı müthiş benzetme bana göre konuşmasının en can alıcı yeriydi.
'İyi bir hekim olmak için gençler;Merak edeceksiniz,Okuyacaksınız,Önce hastaya zarar vermemelisiniz,Bizim işimiz mekanik bir iş değil.Malzememiz insan.İnsanlar size severek gelmezler.Mecbur kaldıkları için gelirler. O yüzden ben hekimi şuna benzetirim. Her gün sırtımızda bir insan var. Bunu sırat köprüsünden karşı tarafa düşürmeden geçirmek görevimiz.Eğer hastayı geçirirken düşürürsek çok ağır vebal altına gireriz. Mesleğinizi bu sorumlulukta yapacaksınız!'
Prof.Dr. Talat Kırışhoca, konuşmasını şu özlerle tamamlayıp alkışlar altında kürsüden indi.
'Mesleğinizi kibirle değil,şefkatle yapın. Hastayla aranıza mesafe koymayın'
Program akışına göre sıra, yüzleri kadar beyaz yüreği gibi temiz Tıp Fakültesi 2.Sınıfta okuyan öğrencilerin önlüklerini giymeye geldi.
Harf sırasına göre isimleri okunan gençler, kürsüye tek tek çağrılarak hocaları tarafından önlükleri giydirildi.
***
İnsan hayatında öyle anlar vardır ki birkaç saniye sürer ama etkisi ömür boyu devam eder.
Bizde ailece o anlardan birini yaşadık.
Törenin kapanış konuşmasını yapan Tıp Fakültesi Dekanı Prof.Dr. M.Şükrü Dilege son olarak gençlere seslenerek 'Sevgili gençler,Mesleğinizde ne kadar yukarı çıkarsanız çıkın ama halkınızdan asla kopmayın!'
Dekan beyin bu sözleri esasında sadece hekimler için değil tüm meslek mensupları için geçerliydi!
Gururdan, kibirden uzak halkını,hastasını kendi anne babası gibi gören seven insanlar meslek yaşamında başarılı oluyorlar.
Tören sonunda Emre'nin arkadaşlarıyla ayaküstü sohbetlerimizde gençlerin yüzündeki aydınlık ve gözlerinde ki o ışıltıyı görünce Ata'mızın 'Beni Türk hekimlerine emanet edin' sözlerinin boşa söylenmediğini bir kez daha anladım.