Eskişehir İl Vâizi Ayşe Elsöz'ün yazısı...


Peygamberliğin ilk yıllarıydı. Kutlu elçi, çevresindeki insanları İslam'a açıkça davet etmeye başlamıştı. Gece gündüz demeden kendisini dinleyen herkese Allah'ın gönderdiği mesajları anlatıyordu. Putlara tapan halkı, bir olan Allah'a çağırıyordu.
İşte o günlerden birinde Allah Resulü Mekke'nin ileri gelen müşrikleriyle konuşmaktaydı. İslam hakkındaki sohbet hayli koyulaşmıştı. Tam o esnada ama sahabilerden Abdullah b. ÜmmüMektum, irşat edilmeye ihtiyacı olduğunu söyleyerek çıkageldi. 'Bana doğru yolu göster, ey Allah'ın Resulü!' dedi. Rahmet Elçisi'nin bütün arzusu, Mekke'nin ileri gelenlerinden olanVelid b. Muğire,Utbe b. Rebia, Ebu Cehil ve öz amcası Abbas b. Abdülmuttalib'i kazanmaktı. Şayet onları kazanabilirse, belki de bütün aileleri ve çevreleri İslam'a girecekti. Bu nedenle belli bir kıvama gelen sohbetin kesilmesini istememişti. İbnÜmmüMektum'a biraz sonra da dönebilir, sorularına genişçe cevap verebilirdi. Onun, zamansız olduğunu düşündüğü gelişine tepkisi sadece yüz ifadesine yansımıştı. Hatta Peygamber Efendimizin yüz çevirdiğini İbnÜmmüMektum hissetmemişti bile…
İslam Peygamberi, tam da muhatabının İslam'ı kabullenmesi konusunda ümitlendiği esnada, Yüce Allah'ın şu ayetlerine muhatap oldu: 'Âmanın kendisine gelmesinden ötürü yüzünü ekşitti ve çeviriverdi! Sen nereden biliyorsun, belki o temizlenecek, yahut öğüt alacak da bu öğüt ona fayda verecek! Kendini muhtaç görmeyene gelince, sen ona yöneliyorsun! (İstemiyorsa) onun arınmamasından sana ne! Fakat koşarak ve (Allah'tan) korkarak sana gelenle ilgilenmiyorsun! Hayır böyle yapma, şüphesiz bu ayetler bir öğüttür, dileyen ondan öğüt alır.' (Abese, 80/1-12)
Şüphesiz Cenab-ı Hak, Resulü'nün niyetini de çok iyi bilmekteydi. Fakat O, dine davet adına da olsa, müslüman bir amadan yüz çevrilip, müşriklere iltifat edilmesine razı olmadı. Zira İbnÜmmüMektum bir ama idi, görmüyordu fakat gözleri kapalı ise de gönlü açıktı. Arınmaya, korunmaya, öğrenmeye, öğüt almaya gelmişti ve Peygamber beden diliyle de olsa ondan yüz çevirmemeliydi...
Abese suresinin inişinden sonra Hz. Peygamber ile aralarında gelişen samimi ilişkiler İbnÜmmüMektum'a daha önemli görevlerin verilmesini de sağlamıştı. Gözüyle değil, gönlüyle gören bu yüce sahabî, defalarca Hz. Peygamber'e vekalet etmişti. Resul-i Ekrem, çeşitli seferlere/savaşlara giderken Medine'de yerine onu vekil bırakmıştı.
Sahabe arasında doğuştan ama olanların veya gözlerini hastalık ya da savaşta yaralanmalar sonucu sonradan kaybedenlerin sayısı hayli fazlaydı.
Örneğin 'Kur'an'ın tercümanı' diye anılanAbdullah b. Abbas'ın ömrünün son demlerinde gözleri, görme yükünü kalbine emanet etmek zorunda kalmıştı. 'Ümmetin büyük bilgini' olarak da anılan İbn Abbas hazretleri, görme yetisinin olmadığı dönemlerde bile insanlara Kur'an ve sünneti öğretmek için elinden geleni yapmaktaydı.
Bera b. Âzib, Cabir b. Abdullah, Ka'b b. Malik, EbûSüfyan, Sa'd b. Ebu Vakkas, Abbas b. Abdülmuttalib,Malik b. Rebîa ile Abdullah b. Zübeyr'in annesi Esmada hayatlarının bir döneminde gönülleriyle gören güzide sahabîlerdendi.
Hz. Peygamber, insanların sahip oldukları farklılıkları, onların bazı alanlarda güçleri nispetinde verebilecekleri hizmetin önünde bir engel olarak görmemişti. Onlara çeşitli kademelerde görev ve sorumluluk veren rahmet elçisi, bir ayağı aksayan genç dostu Muazb. Cebel'i ehil görmüş ve Yemen'e zekat memuru ve kadı sıfatıyla göndermişti.
Engelli bir başka büyük sahabî de İmran b. Husayn'dı. Karnına su ve yağ toplanmış, uzun seneler süren bu hastalığa sabretmişti. Rahatsızlığı tam otuz yıl devam etmiş, hatta bir ara karnı açılarak yağları alınmıştı.Bir defasında hasta iken nasıl namaz kılacağını sormuş, Sevgili Peygamberimiz de, '(Mümkünse) ayakta kıl. Şayet buna gücün yetmiyorsa oturarak kıl. Buna da gücün yetmiyorsa yanüstü yatarak kıl!'(Buharî, Taksîru's-salat, 19) cevabını vermişti.
Engelliler, tarihin her döneminde toplumların önemli bir kesimini oluşturmuşlardır. Aynı durum yaşadığımız çağ içinde geçerlidir. Gerekli vesilelere sarılmanın yanı sıra, tedbiri elden bırakmamanın ve tedavi olmanın Hz. Peygamber'in ısrarla dile getirdiği sünnetlerden olduğu unutulmamalıdır. Bütün bunlar yerine getirildikten sonra, ilahî irade ve takdir sonucu başa gelenler karşısında ise, engelliye düşen sabretmek, gücü nisbetinde sorumlu olduğu bilinciyle hayatını sürdürmek ve karşılığı cennet olan ağır sınavı kazanmaya gayret etmektir. Çevresindekilere düşen ise maddi ve manevi anlamda onlara destek olmaktır.
GÜNÜN DUASI
'...Başıma bu dert geldi. Ama sen merhametlilerin en üstünüsün' (Enbiya,21/83)