Hepimiz, bir başkasının komşusuyuz; hepimiz birine komşuyuz. Gelin komşumuza sahip çıkalım.

Hane halkıyla olduğu gibi komşularımızla da iyi kötü günlerimiz olur. Gelin komşumuza sahip çıkalım.

Gün gelir, bencilliğimiz had safhaya ulaşır, 'imkanlarım yeterli, kimsenin yardıma ihtiyaç duymuyorum.' gerekçesiyle ' eleğim var sacım var komşuya ne borcum var' diyebiliriz.

Gün gelir, kapı bir komşumuzdan beklemediğimiz iyilik ay da kötülüğü görebiliriz.

Gün gelir gerekli gereksiz bir bahane uydurup mahalleyi ayağa kaldırır, konu komşuyu rahatsız edebiliriz. Gün gelir komşu kapısı bize uzadıkça uzar.

Gün gelir konu komşu ile işim olmaz da diyebiliriz.

Komşularımızı görmezden gelip şehir hayatını, sosyalliği de bahane ederek internetteki sosyal medyadaki gruplarına/ sanal komşularımıza daha çok üye olabiliriz bir gün. Bu grupların sanallığı, bizim sanallığımızı artırdıkça artırabilir.

Hısım akrabadaki, konu komşudaki çocukları görmezden gelip üstelik çok parayla çocuğumuzu / torunumuzu saatlik oyun okullarına gönderebiliriz.

Apartmanımızdaki cenazeden günler sonra haberimiz olduğunda, maalesef, 'Hayat böyle, n'apalım' da diyebiliriz belli bir süre.

Her şey iyi sürüp gitmez ki. Olan olur; hal ve şart değişir. Gün gelir komşumuzdaki ateş bir sebeple bize de sıçrar. Bu yangının söndürülmesi de zorlaştıkça zorlaşır.

Komşu ile ilgili hemen herkes bir şeyler söylemiş; hepimizin de söyleyecek bir sözü var. Gelin bu konuda Nasreddin Hoca'ya bir kulak verelim. Hoca, meseleye değişik açılardan bakıyor. İlki şöyle:

'Nasreddin Hocanın aldığını bir türlü geri vermeyen ya da kırık dökük delik kopuk sakat olarak geri getiren bir komşusu, Hoca'dan bir gün urgan ister. Hoca, 'Bizim Hanım biraz evvel urganın üzerine un serdi veremeyiz.' der.

Komşusu gülerek 'Aman hocam' Hiç urgan üstünde un durur mu ipe un serilir mi?' deyince Hoca, 'Neden serilmesin komşum. Vermeye gönlüm olmayınca ipe un da serilir elbet.' der.'

Hemen hepimizin bildiği ikinci de şu:

'Hoca komşusundan ödünç bir kazan alır kazanı verirken içine bir kazan yerleştirir.

Komşusu bunun be olduğunu sorunca Hoca, 'Senin kazan doğurdu' der. Komşu, çok sevinir. Aradan bir kaç gün geçer. Hoca yine komşusuna gider ve bir iki gün kullanmak üzere kazan ister. Komşu, 'Hay hay! Baş üstüne' diyerek kazanı Hoca'ya sevinçle verir.

Aradan oldukça uzun bir zaman geçer. Komşu, kazanı zamanı geçip de gelmeyince Hoca'nın evine gider. 'Hoca'ya 'Bizim kazan ne oldu?' dediğinde Hoca gayet rahat 'Sizlere ömür komşu!' der.

Komşu şaşkın şaşkın 'Aman Hocam! Kazan bu, nasıl ölür?' deyince Hoca cevap patlatır: 'Komşum, kazanın doğurduğuna inanıyorsun da öldüğüne niye inanmıyorsun?''

Kazan doğurdu diyen de, kazan öldü diyen de, ipe un seren de bizim komşu... İş bizde gibime geliyor. Ne dersiniz?

Komşulara ikramın manevi değeri bizi ilgilendirmeyebilir. Komşusuna eziyet verecek şeyleri yapmak geçici de olsa bizi rahatlatabilir. Komşumuzun sevgisini kazanmak, aklımızın köşesinden bile geçmeyebilir.

Konu komşuyla yarenlik edebilmek, uygun zamanda hiç olmazsa keyifle bir çay içebilmek bize göre olmayabilir. Komşumuzun ayak sesi, bize, güç yerine sıkıntı verebilir.

Kendimizdeki büyük kusurları yok sayıp komşumuzdaki küçücük kusurları abarttıkça abartabiliriz.

'Komşusu açken tok yatan bizden değildir' ilahi mesajı bize her nedense ters gelebilir.

Ne olursa olsun komşumuza muhtacız bir yönüyle.

'Gülme komşuna gelir başına' atasözümüz, çok şeyi özetliyor aslında. Hiç kimse komşuya muhtaç olmayacak kadar zengin değil aslında. Aslında biz komşumuza nasıl davranıyorsak komşumuz da bize öyle davranacak.

Eninde sonun da komşumuz, bizim aynamız olacak. Eninde sonunda komşunun kazancı, bizim kazancımız olacak.

Evet, gün gelecek komşu tutacak elimizden. Evet; Allah komşuya zeval vermesin.

Evet, evet; komşularımıza sahip çıkalım.