Kararlı insanın başarılı olduğunu, hepimiz, kabul ediyoruz. Kararsız olanların başarıyı hak edemeyecekleri hususunda hepimiz, hem fikiriz. Karara sadık kalmanın, başarı için şart olduğunu bir bilir bir söyleriz.
Eyleme dökemediğimiz kararları vermiş sayılmayacağımızı söylesek de bunu her zaman başaramayız.
Aldığımız kararları uygulamadaki sabır ve tahammülümüz tartışılır.
Kararlarımıza sadık kaldığımız da pek söylenemez niyeyse.
Bir karara ulaşmak, her zaman mutlu sona ulaşmak demek olmadığını da zor kabul ederiz.
Olayların akışında başkalarının bizim yerimize karar vermesini beklediğimiz anlar da olur hayatımızda.
Aklımızla alacağımız karaları kalbimizle, kalbimizle alacağımız kararları aklımızla aldığımız da sıktır hayatımızda.
Hayatımızın her anının, bir karar anı olduğunu söylesek de karasız geçer zamanımızın epey bir bölümü.
Aldığımız/alacağımız kararlarla ilgili olarak aşağıdakileri bir kere daha değerlendirmekte fayda görüyorum:
Acele/çabuk karar almanın bir anlamı var mı ki.
Doğru karar alamayınca ne anlamı var ki.
Düşünmeden alınan kararın ne anlamı var ki.
Güvenle karar alamadıktan sonra işe başlamanın ne anlamı var ki.
İçimize sinmeyen kararları almanın ne anlamı var ki.
Şüpheli kara olmanın ne anlamı var ki.
Uygulayamayacağımız kararı almanın ne anlamı var ki.
Hasılı, bilgi sahibi olmadan karar sahibi olmanın anlamı var mı ki.
Evet; mücadeledeki kararlılığımız başarılı olmak için temel şart.
Mücadelemizde hemen her şeye hazırlıklı olabilmek için hazırlıklarımızı da çalışmamızı da bu çerçeve yapmamız gerekiyor. Zorlukların da kolaylıkların da bizim için olduğunu kabul etmemiz gerekiyor. Azim ve karalılıkla çalışmanın başarını temeli olduğunu kabul etmemiz gerekiyor. Asıl çalışmanın zorluklarla mücadele olduğunu aklımızdan çıkarmamak gerekiyor. Beli konularda belli zamanlarda kaybedebileceğimizi sürekli hesap edebilmemiz gerekiyor. Cemil Meriç üstadın dediği gibi 'Ulu çamlar, fırtınalı diyarlarda yetişir.'
Hayatımızdaki çalkantıları fazlaca abartmamak gerekiyor. Zorluğun yanında kolaylık olduğunu unutmamak; sabrın hemen her derde deva olduğunu akıldan çıkarmamak gerekiyor.
Kendimiz için, kararlı bir davamız için mücadelemize devam edeceğiz. Enerjimizi, şevkimizi, heyecanımızı kendimize aşıladığımız mücadele edebilme gücünde bulacağız.
Evet, tıpkı aşağıdaki anonim kıssadaki 'Sağır Kurbağa' gibi:
'Kurbağalar diyarında her sene bahar aylarında bir festival yapılır ve bu festivalde birçok etkinlik düzenlenirmiş. Bu etkinliklerden biri de tüm kurbağaların katılımına açık ve herkesin eşit şartlara sahip olduğu 'duvara tırmanma' yarışıdır. Ancak her yıl düzenlenen bu yarışmayı o güne kadar kazanan olmamış. Çünkü yarışmanın yapıldığı duvar; son derece yüksek ve oldukça da düz bir duvarmış. O gün de her yıl olduğu gibi yüzlerce kurbağa yarışmaya katılırken binlercesi de yarışmayı izlemekte ve yarışmacılara tezahüratlarda bulunmaktaymış. Duvara tırmanmak hem zor hem çok tehlikeliymiş. Seyirciler büyük bir heyecan içinde bağırıp çağırıyorlarmış. Bazı kişiler 'başaramayacaksınız geri dönün' diye bağırırken bazıları şöyle yap böyle yapma oraya dikkat şuraya dikkat diye tavsiyelerini yarışmacılara yüksek sesle duyurmaya çalışıyorlarmış. Zaman geçtikçe yarışmacılar yorulmaya ve seyircilerin de etkisiyle tek tek düşmeye, vazgeçmeye veya geri dönmeye başlamışlar. Sonunda da; biri hariç kurbağaların tümü ya düşmüş ya da başaramayacağına inanıp geri dönmüş.
Zirveye tırmanabilip yarışmayı kazanan kurbağa ise tırmandığı zirveden aşağı indiğinde kalabalık büyük bir şaşkınlık ve hayranlık içerisinde onu alkışlamaya ve omuzlara almaya başlamış. Sıra ödül dağıtmaya geldiğinde ise Sağır Kurbağa'ya başarısını neye borçlu olduğunu, bugüne kadar kimsenin başaramadığını nasıl başardığını ve onca düşen kurbağanın bağırtısı ve iniltisine rağmen nasıl olup da korkmadığını sormuşlar. Sağır Kurbağa ise 'Ben sağırım ve söylediklerinizin hiçbirini anlamıyorum. Lütfen sorularınızı işaretlerle sorar mısınız böylece size daha rahat cevap verebileceğim' demiş.'