'Bir günlük de olsa gülümseyelim; zihninizdeki bütün kötülükleri, kinleri, düşmanlıkları, fesadı, kıskançlıkları bir kenara bırakalım; sadece sevgiyi, dostluğu, mutluluğun güzelliğini düşünelim' desem 'Ne var ki bunda, tabi hemen yaparım' demeyen yok gibime geliyor.
İnşallah bu konuda başarılı olan da çok olur.
'Ben yapsam da başkaları yapmaz ki' diyenleri de duyar gibiyim.
'Sonun nereye varır; ona bakmak lazım aslında!' diyenler de yok değil hani.
'Söylemeye ne var; yap da görelim.' diyenler de çoğunlukta tabi.
Alternatifleri artırmak, elbette mümkün…
Benim nazarımda her ifade, her cevap, yerden göğe kadar haklı…
Kıskanmak, kıskanılmak o kadar çok boyutlu ki… Kıskançlığı yenmek, her babayiğidin harcı değil. Başarabilene ne mutlu!
Sevgi, beraberinde kıskançlığı da getiriyor çoğu kere. Kıskançlıklar, kin ve nefreti doğuruyor çoğu kere.
Kıskanılmayan, yok gibi çevremizde. Hemen herkes, herhangi bir sebeple birisi ya da birileri tarafından kıskanılıyor.
Önemli, değerli ve topluma faydalı kişiler kıskanılıyor. Bizde olmayanlar, ulaşılmayanlar (mal, mülk, makam, eser, zeka…) kıskanılıyor. Benzerlerimiz bizden biraz öne geçince kıskanılıyor.
Niyeyse, nedense, nasıl oluyorsa başkalarını mutlu görünce, kıskançlıklarımız kat be kat artıyor.
Kendimizle barışık olamadığımız zamanlarda daha çok kıskanıyoruz. Hafife alıyoruz, kara çalıyoruz; böyle devam edince de başarılı ya da mutlu olan insanları örnek alma erdeminden uzaklaşıyoruz. Takdir etmeyi unuttukça unutuyoruz.
Kıskanmak, fıtratımızda var.
İnsanın ruhundaki kıskançlık, kişiden kişiye göre değişiklik arz eder. Esas olan bunu törpüleyebilmek, bunu olumlu yönleriyle kullanabilmek...
Meyveli de olsa meyvesiz de olsa işe gelmediği sürece ağaç taşlanıyor vesselam.
Yunan filozofu Diyojen'e atfedilen kıssa gibi özetle: ''Altının rengi neden sarıdır?' diye Yunan filozofu Diyojen (MÖ 412 - 323)'e sorduklarında o da 'Kıskananı çoktur da ondan' der.'
Varsın olsun; bize acıyacaklarına kıskansınlar daha iyi değil mi!
'Gölgeye girenin gölgesi olmaz.' Misalinden hareketle gölgesi olmayanlar, daha çok kıskanır değil mi!
Gönül için akıllı, göz için güzeller daha çok kıskanılır değil mi!
Görülmeyeni, görülemeyeni, gösterilmeyeni bilip öğrenmek durumundayız… Bu çabayı sergileyemeyen daha çok kıskanıyor değil mi!
Görüş dururken rivayete inananlar, daha çok kıskanıyor değil mi!
Hem havadakini kapmanın hem de yerdekini yalayıp yutmayı istemenin ne anlamı var ki… Böyle olanlar, daha çok kıskanıyor değil mi!
El önüne çıkanlar, daha çok kıskanılıyor değil mi! El önüne durmak zor; kıskanılmak bir yana sülalenin kakıncını kakarlar adama. Elemedik bir yerinizi koymazlar. Endişeli ve şaşkın bakışlar ardında hep bir haset yatar işte. Geçmişine yanmaz, geleceğinden bir şey ummaz ama seni milim milim eleştirmekten, seni kıskanmaktan da geri durmaz insanlar.
Gerçeği konuşmaktan korkanlar, teselliyi dedikoduda arayıp kıskançlığa başvururlar. Yargılamadan anlamaya çalışmak onlara göre değildir. Okumak, araştırmak, düşünmek onlara göre değildir.
Yaşından, seviyesinden büyük laflar ederler. Tecrübesiz ve de kılavuzsuzdurlar. Yazdıkları, söyledikleri, iddia ettikleri başta kendileriyle çelişir.
Yetersiz, yersiz, anlamsız, sebepsiz ilişkiler kıskacında boğulup kalırlar. Sorumluluk ve yetki kaybının tedirginliğini yaşarlar. Duygusal olgunluklarını tamamlayamamışlardır.
Varsın kıskansınlar.
Kıskana kıskana yaşasınlar varsın.
Bunları da böyle kabul edelim gitsin.
Söyleyen ve haykıran kıskançlıklara gülüp geçelim
Susan kıskançlıklara kulak kabartalım yeter…