Çok kasılmanın, havalanmanın, üstünlük taslamanın, böbürlenmenin ne anlamı var ki.
Yakın çevremiz bizi zaten biliyor. Bizi merak eden de en kısa sürede teknolojik imkanlar vasıtasıyla öğreniveriyor.
Her ikisinde de belli bir yere kadar hata payı elbette var. Burada önemli olan, 'Bilen bilir; bilmeyen de kendi bilir!' demek mi 'Bilenlere selam olsun!' demek mi ona herkes kendi karar verecek.
İşi abarttıkça abartıp kendine kendimize hayran olmanın ne kendimize ne de başkasına faydası var.
Gurura kapılıp mevcut başarımızı abartarak onu da gölgede bırakanın hiç mi hiç anlamı yok.

Şan ve şöhreti koruyabilmek, karakter sağlamlığına bağlıdır. Kişinin şanıyla şöhretiyle övünmesi o şana o şerefe gölge düşürür.
Övünmekle geçen ömrümüze şöyle bir dönüp ara sıra bakmak; baktıkça ibret almak aklımıza, maalesef, ara sıra geliyor.
Evet, evet!Övünmek kolay, tevazu zor!
Çoğumuz, kendimizde olduğu halde başkasının övünme ve gururunu sevmeyiz. Bunun açıklamasını bilsek de yapmak çoğu kere işimize gelmez. Gereksiz övünmelerimiz, vazgeçilmezimiz oluverir çoğu kere.

Kendimizi ifade etmenin övünmeden başka yolları da var ama bu da bizim işimize gelmez niyeyse.
Övünmenin yersiz olduğunu söylediğimiz halde övünmeden de geri kalmayız niyeyse.
Övünme yerme çatışmasına çözümü akıllı kişi, hemen bulur.
Akıl süzgecinden geçirilen davranışlarda bunun ikisine de pek yer yok gibime geliyor.

İşin aslı; 'Güzelliğinle övünme bir sivilce yok eder; servetinle övünme bir kıvılcım yok eder.' atasözümüzdeki özü kavrayıp ona göre davranabilmekte gizli gibime geliyor.
Tevazua sığınılmadan övünmeden kaçmanın pek de anlamı yok gibi geliyor bu yalan dünyada. Bu iki kapılı handa yapacak o kadar çok iyi işlerimiz varken kendimizi abartmanın pek önemi de pek değeri de yok gibime geliyor.
Özetle övünmek kolay, tevazu zor...

Dünyayı aşağıdaki anonim kıssadaki gibi algılarsak, algılamaya çalışırsak övünmenin bize göre olmadığını daha çabuk kavrarız gibime geliyor.
'Zamanın birinde bir hükümdar varmış, zenginliği tüm dünyaca bilinirmiş. Hükümdar her gittiği yere hazinesinin bir bölümünü götürür ve bunları sergilemekten büyük onur duyarmış. Hükümdarın hayatta en çok güvendiği, tek akıl hocası, bir bilge kişiymiş.
Bir gün hükümdar ile bilgi kişi arasında şöyle konuşma geçmiş:

- Sen ki göğün sırrına ermiş, bilime yön vermiş bir adamsın.' İnsanlar, ister hükümdar kadar güçlü, ister savaşçılar kadar onurlu olsun ayağına kapanır, ağzından çıkacak bir sözü beklerler. Şimdi senin gibi bilge bir adamın fikrini merak etmekteyim. Benim hükümdarlığım ve servetim hakkında ne düşünüyorsun?
- Diyelim ki hükümdarım, kızgın ve uçsuz bir çöldesiniz. Ölmemek için size uzatacağım bir bardak suya servetinizin yarısını verir miydiniz?
- Verirdim tabi.
- Zaman geçti diyelim, susuzluğunuz arttı. Size uzatacağım bir sonraki bardağa servetinizin öteki yarısını da verir miydiniz?'
- Ölmemek için evet.
- Madem öyle, o zaman övünmeyin fazlaca. Çünkü haşmetlim, sizin servetiniz yalnızca iki bardak sudur.'