Almanya'nın para ile 1. Dünya Savaşı sonrası yaşadığı öyküye bakmadan olmaz. Bu öykü hem kağıt para basımının hem de temel iktisat ilkelerinin dışına çıkıldığında nasıl büyük toplumsal sorunlarla karşılaşılabileceğini göstermesi açısından oldukça anlamlıdır.
Almanya'nın yaşadığı bir takım acı tecrübeler bize para asla para değildir dedirten türdendir. Almanya, Birinci Dünya Savaşı'ndan yenilgiyle çıkmıştı. Düşük hasıla ve düşük vergi gelirlerine sahip bir savaş sonrası ekonomisinin sorunlarına, Fransa ve İngiltere gibi galip ülkeler tarafından yüklenen savaş tazminatları eklenmişti.
Almanya hükümeti, oluşan bütçe açığını durmaksızın para basarak finanse etmeye çalışmıştı. 1923 yılında en hızlı para basma makineleri bile ihtiyacı karşılayamamıştı. O kadar para basılmaya başlanmıştı ki postanelerde bile para basılmıştı.
Ülke savaş tazminatlarını ödeyemez duruma gelmişti. O kadar kötü bir duruma gelinmişti ki savaş tazminatlarının kömür cinsinden ödenmesi teklifi alacaklı devletlere yapılmış ancak bu teklif kabul görmemişti. Fiyatlar genel seviyesi öyle artıyordu ki bir fincan kahve içerken içilen kahvenin fiyatı, kahve bitmeden iki katına gelebiliyordu.
Düşünün ki; bir ay boyunca fabrikada çalışan bir işçinin maaşı, maaş cebine girdiğinde üç çuval una denk geliyordu. İşçi, maaşını alarak koşarak fırına girse bile o maaşla ancak iki çuval un alınabiliyordu. Fiyatların artış hızı bu şekildeydi. (Bu tipik bir hiperenflasyondur.)
Bu durum öyle bir hal almıştı ki insanlar el arabaları ile paralar taşımaya başlamıştı. Paranın maden değeri kendi değerini geçmişti. Şöyle örnekleyelim; şu an cebimizde 10 TL varsa, bunun basım maliyeti 20 TL'ydi. Bu yüzden buna önlem olarak para tek taraflı basılmaya başlanmıştı.
Kağıdın sadece bir yüzü para iken diğer kısmı boştu. Çünkü mürekkep maliyeti azaltılmaya çalışılıyordu. Para ile ilgili o kadar fazla akıl almaz görüntü oluşmuştu ki; duvar kağıdı maliyeti daha pahalıya geldiği için kağıt para ile duvarlarını kaplayanlar, el arabası ile para taşıyarak alışverişe gidenler, sokaklarda ısınmak için para yakanlar, para ile oynayan çocuklar, sokaklardan para süpüren çöpçüler, para basmaya yetişemeyen merkez bankası ve postaneler…
1922 yılı bitmeden önce fiyatlar, savaş öncesinin 1.475 katına ulaşmıştı bile. Savaşın sonunda 1 ABD Doları yaklaşık 4 Mark ederken, 1922 Temmuz ayında 493 Marka, 1923 yılbaşında da 17.792 Marka tekabül ediyordu. Enflasyonun zirvesi olarak kabul edilen 15 Kasım 1923 tarihinde ise 1 Dolar 4,2 Trilyon Mark edecekti. Bunun neredeyse tek nedeni de Alman Hükümetinin hızlı para basmasıydı ve sürekli dediğimiz gibi çok olan her zaman değerini yitirirdi. Kısacası para işlevini tamamen kaybetmişti.
Enflasyonun bu denli yükselişi elbette ki sadece ekonomik sonuçlar doğurmadı. Her ekonomik sonucun çok ağır toplumsal boyutları vardır ve insanlık tarihi bu nedenleri ve sonuçların örnekleriyle doludur. Ölüm oranı ve bebek ölüm oranı hızla tırmanmaya başlamış (bebek ölüm oranları yüzde 21'e çıkmıştı) ve intihar oranları artmaya başlamıştı.
Nitekim enflasyon 20 Kasım 1923 tarihinde 1 Dolar eşittir 4,2 trilyon Markı bulduğunda hükümet bir çözüm yolu üretmek zorunda kaldı ve paradan tüm sıfırları çıkardı. Ve 1 Dolar 4,2 Marka denk getirildi.
Almanya'nın yaşadığı ekonomik kriz ve buhranın ardından iktidara Adolf Hitler gelmişti.
Ve tüm dünyanın büyük utanç içinde anımsadığı gaz odaları, göçler, katliamlar ve II. Dünya Savaşı…
Yani kısacası para asla sadece para değildir