Neden bu yazıyı yazdım.
Olur, böyle şeyler demeyelim diye.
Son günlerde en çok tartışılan konuların başında 'seçim güvenliği' gelmektedir.
Seçim kurullarında görev yapmış biri olarak neredeyse bu konuda uzman sayılırım.
Özel bir hukuk alanı.
Demokrasinin tartışılmaz konusu seçimlerin olması.
İktidar sandıktan çıkar.
Onun için siyasi partiler, demokrasinin ana unsurlarından sayılmış.
Anayasal güvence.

BÜTÜN SEÇİMLER TARTIŞMALIDIR.
Peki, neden tartışılıyor.
Anlatayım.
Henüz 'demokrasiyi' içselleştirilemedik.
27 MART 1994 Belediye seçimleri örneklerden biri.
İlçe seçim kurulu başkanı Aybars Üre.
DSP'nin temsilcisi yok kurulda.
Sandıklarda da temsilcisi yok.
Temsilcisi olan partiler; REFAH, ANAVATAN, SHP, DYP...
Seçimler sandıkta bitmiş.
Büyükşehir belediye başkan seçimi, ilçe belediye başkanı seçimi, Belde belediye başkan seçimi, İlçe ve belde meclis üyeleri seçimi, İl genel meclis üyeleri seçimi, muhtarlık seçimleri.
Her seçim için ayrı bir sandık.
Toplamda altı sandık konuluyor seçmenin önüne.
Sorun burada başlamış zaten.
Seçim Sandık üyeleri ve parti tarafından görevlendirilenler görevini bilmez veya eksik bilir ve tutanak tutmasını bilmezse.
İlçe sandık kurul üyeleri itirazları değerlendirirken 298 sayılı yasayı göz ardı ederse...
İşte böyledir.

27 Mart 1994 seçimleri bu nedenle ibret dolu sonuçları doğurmuştur.
İlçe seçim kurulu başkanı AYBARS ÜRE, gece yarısı resmi olmayan sonuçları değerlenirken, DSP'nin Büyükşehir Belediye başkanlığını kazandığını söylemişti.
Kazanan isim Sadi Nebrekli..
Peki, neden bunu söylemişti?
Henüz seçim kuruluna intikal etmeyen iki sandığın tutanaklarının kendilerine ulaşmadığını, 2 sandıkta toplamda 600 oy olacağını, hepsini karşı taraf alsa bile sonucu değiştirmeyeceği varsayımıyla bu sözleri söylemişti.
Gerçek böyle miydi?
Ondan sonra karara neden değişmişti?
Büyükşehir belediye başkanı na verilen oylar birleştirme tutanaklarında kayma olmuş muydu?
Mesela belediye meclis üyeleri ile başkan oyları yer değiştirilebilir miydi?
O zamanlar elektronik sistemlerde yoktu.
Hepsi manuel yapılıyordu.
27 Mart 1994 seçimleri Ankara'da da problemliydi.
İ. Melih GÖKÇEK kazanmıştı.
İstanbul da problemliydi.
Recep Tayyip Erdoğan kazanmıştı.
Eskişehir de problemliydi.
Aydın ARAT kazandırılmıştı.
Demokrasinin altın kuralı vatandaşın 'reyi' çöplüklere gitmişti.
Çöplüklerde oy pusulaları, mühürler çıkıyordu.
İlk yaşadığım travmaydı.
Demokrasiye inancım azalmaya başladı.
İtirazlar yapıldı, 'ret' edildi.
En son YSK gidildi. 6 ay sonra yanıtı geldi. 'Ret' edildi.
Hadi geçmiş olsun!
Yani 'atı alan Üsküdar'ı' çoktan geçmişti.
Eskişehirli bunu hafızasına yazdı.
Vicdanı yaralıydı.
Peki, ne oldu!
Halk bu durumu, 17 Nisan 1999 seçimlerine DSP'yi iktidara taşıdı.
Büyükerşen 1994'ün mağdur edilmiş DSP'nin Büyükşehir belediye başkanlığını, Odunpazarı ve tepebaşı belediye başkanlığı ile il genel meclis üyeleri seçimleri ile sandıkta rövanşını aldı.
*****
Bu güne kadar çok değerli eserler yaptı.
Eskişehir Orta Avrupa ölçeğinde mavi boncuklu bir şehir oldu.
Hani seçim güvenliği falan diyorlar ya.
Hikaye.
İşin esası partilerin sandıklarda görevlendirdiği üyelerde bitiyor. Islak imzalı eksiksiz tutulan tutanaklar.
Sonra ilçe seçim kurullarında görevli Partili üyeler.
Çok iyi eğitilmeleri gerekir.
Nerede öyle üyeler?
Yok ki!
Öyle avukatlar ordusunu yığarım falan hikaye..
Hangi avukat seçim kanunlarını, içtihatları biliyor ki? Bunları bilmek için hukukçu olmaya da gerek yok.
Önemli olan iyi organize olmuş teknik ekipler.
Veri akışını kontrol mekanizmaların kurulması ve kesintisiz iletişim..
Gerisi gelir.
Onun için bu işi yapabilecek nitelikli organizasyonların yapılabilmesi için her partinin bir eylem planın olması lazım.
Maalesef hiçbir yerel partilerde bu algoritmayı bilen teknik ekipler yok.
İş mecburen belediyelerin matematikçi ekiplerine kalıyor.
Mecburen..
****
Danışma toplantıları yapılıyor. Bu toplantılar ne işe yarar. Ben hiçbir işe yaramadığını bilenlerdenim..
Çünkü konuşmacılar hep aynı yüzler. Genelde Ankara'dan gelen bir yetkili olur. Sazı o alır konuşur. Bakan gelir. Genel merkez yöneticilerinden veya koordinatörlerden biri gelir. İl başkanı, sırasıyla milletvekilleri konuşur. Kapalı devre konuşmalara geçilir. Ne mahalle birimleri konuşturulur, ne de ciddi oy almış belediye başkanları veya adaylarına söz verilir.
Neymiş efendim istişare?
Adını da istişare koymuşlar. Ne istişaresi? Kendin söyle kendin dinle.
İstişare demek iletişim karşılıklı olarak fikir alış verişinin yapılması ve öz eleştirilerin yapılması.
Yani DANIŞMA.
Demokratik bir partide bunlar yapılır.
İstişare düşüncülere önem verilmesi anlamını taşır. İstişare kültürü tek boyutlu devam ediyor. Sonrada biz neden kazanılmıyoruz diye hayıflanıyorlar.
Çelişkilerin olduğu ve sürekli iç çatışmaların yoğunlaştığı sen ben kavgasının olduğu yerde, Eskişehir için yapılacaklar unutulur gider.

ADAYLAR OCAKTAN YETİŞMELİ.
Partilerde, Neden? Her seçimler öncesinde aday tespitlerinde hatalar yapıyorlar. Tabanın hiç benimsemediği ocaktan yetişmeyenler aday gösteriyorlar.
Bu nedenle Teşkilatların içi fokur fokur kaynıyor...
Her gelen kendisine uygun bir 'klik' oluşturmuş. Partinin içinde ben varsam varım anlayışı egemen olunca, diğerleri partinin sanki milletvekili adayların taşeronluğunu yapmak zorunda kalmış durumuna sokuluyorlar.
Davaya hizmet etmeden 'ROZET' takanlar, birde konuşmalarında 'DAVA' diye sözlerine başlamıyorlar mı? Partililer bunları yemiyor. Vekil olursa dava, olmazsa Deva olur deyip 'eyvallah'! Çekip gidiliyor.
Bunların hesabını kim verecek?
Koskoca kitle partisi birilerinin elinde olacak diye kurulmadı ki? Eğer partiler kişiselleştirilirse ECEVİT'lerin DSP' sine döner.
Günü geldi rahmetli olurlar.
Tıpkı ANAP gibi. Tarihten silinir giderler.
Her halde partilerin genel merkez yetkilileri bence detaylı bir biçimde bunları biliyorlardır.
Göreceksiniz.
Milletvekilliği seçimlerine giderken, milletvekili listeleri hazırlanırken bizlerin telefonları çalmaya başlar.
Bu yazıyı arşivleyin, iyi saklayın.

Günün sözü
Zalimlerin çarkı, cahillerin çalışmayan kafalarıyla döner.