Şiddet insanlığın her döneminde var olmuş bir gerçek.
Bireysel olabildiği gibi,topyekûn bir ulusun başka bir ulusa uyguladığı şiddet ya da savaşlar olarak defalarca yaşanmış ve halen artarak yaşanıyor.
Çoğu zaman şiddet kelimesi geçtiğinde aklımıza fiziksel şiddet geliyor.
Daha güçlü olanın diğerini fiziksel kuvvetiyle bastırmaya çalışması durumuyla her an karşılaşıyoruz.
Bir Çin atasözü 'İlk yumruğu atan fikirlerinin yetersizliğini kabul etmiştir.' der.
İster fikirlerini karşısındakine kabul ettirmek konusunda yetersizliğinden olsun, ister fiziksel kuvvet ile karşısındakini ezip bastırmanın kolay olduğu düşünülsün şiddet her geçen gün katlanarak büyümeye devam ediyor.
Çünkü şiddet bulaşıcıdır. İster, öfkeden, ister korkudan, ister kaygıdan kaynaklansın şiddete maruz kalan kişi ya da şiddete şahit olan kişiye bulaşır. İşte bu yüzden anne ve babasından şiddet gören çocuk şiddet uygular, arkadaşlarının şiddetine şahit olan çocuk hayvanlara şiddet gösterir.İşin en vahim tarafı şiddeti hayatın bir parçası olarak benimseyen insanlar şiddeti normalleştirip etkilenmemeye başlarlar.
Etkisi dışarıdan pek görülmeyen ama sonuçları bütün toplumun yapısını bozan en tehlikeli şiddetlerden biri ise psikolojik, duygusal şiddet…
En az fiziksel şiddet kadar yıpratıcı olan bu şiddet şeklini de sürekli çevremizde görmemiz mümkün. Aşağılanma, hakaret, küfür, tehditler alma ya da özgürlüklerin kısıtlanması en hafifinden en şiddetlisine kadar sürekli şahit olduğumuz ya da maruz kaldığımız gerçekler…
Kişiyi yaşamaktan soğutan, yaşamdaki varlığını sorgulatan ya da tam ters etki yaparak kendisinin de bir şiddet uygulayıcısı haline dönüşmesine sebep olan bir cehennem.
İnsanların neden şiddete başvurduklarını sorguladığımızda; eğer insanın biyolojik bir rahatsızlığı yoksa karşımıza çok net bir sonuç çıkıyor. Ezilmiş, hayal kırıklıklarına uğramış, gücü baskı kurarak eline alabileceğine inanmış, fikirlerini ifade etmekte zorlanan ya da yetersiz kalan ve çevresinden sevgiyle, eğitimle değil, şiddetle çözümlenen durumlar yaşayan kişinin, gücü şiddet yoluyla eline alma eğilimi… Şiddet göstererek kazandığını düşündüğü zaferin sevdikleri için, toplum için nasıl geri dönülmez bir hastalığa sebep olduğunu düşünemiyor.
Ve her geçen gün; hayatta kalabilmek için, insanların seni kabul etmesi ve saygı duyması için daha fazla şiddet uygulaman gerektiğine dair yoğun bildirimlere maruz kalarak yaşıyoruz. İster fiziksel, ister duygusal, ister ekonomik olsun şiddet olgusu birçok kanaldan beyinlerimize işleniyor. Belki eskiden bizi çok etkileyecek birçok şiddet olayı artık o kadar da etkilememeye başlıyor. Biraz üzülüp, üzerine biraz düşünüp hayatımıza devam ediyoruz. Ve hastalık sürekli yayılmaya devam ediyor. Çoğu zaman farkında olmadan biz de bu durumun bir aktörü haline geliyoruz.
Kişi sadece gücü yettiğine şiddet gösteriyor ve dalga dalga büyüyen bir tufan yarattığını anlamıyor.
Kendimizi bu kadar yayılmış hastalıktan nasıl koruyacağız?.
Birçok insan 'Çocuklarımıza şiddet izlettirmiyoruz ya da şiddet ile tanışmaması için elimizden geleni yapıyoruz ama hayat böyle değil, bunu da öğrenmesi lazım' diyecektir.
Bana göre; şiddeti bilmek ve tanımak ile, şiddete maruz kalmak ve şiddeti uygulamak arasında çok büyük farklar vardır. Eğer hastalığı iyileştirmek istiyorsak; şiddeti çocuklarımıza doğru şekilde anlatmalı, şiddete yabancı bırakmamalı ama şiddete başvurmadan çözüm yollarının ne olduğunu birlikte bulmalıyız. 'Sana şiddet uygulayana sen de şiddet uygulayacaksın' şeklindeki yaklaşımlarımız çözümün değil problemin bir parçası olmamıza sebep oluyor.
Kalın ve yüksek duvarlarımız toplumun yaşadığı yoğun şiddet olgusundan bizi ayırmaya asla yetmeyecektir.
Hastalıktan kurtulmanın yolu ise; fark etmekten ve daha fazla kuşağa bulaşmasını elimizden geldiğince engellemekten geçiyor.
Aksi takdirde yayılan şiddet bir gün mutlaka herkesin kapısını çalacaktır…