Anlatacak, dert dökecek o kadar çok şeyimiz var. Sohbete o kadar çok ihtiyacımız var. Var ama derdini dökenler yok; dertleşenleri duyup göremiyoruz, bilmiyoruz maalesef.
Bunun sebeplerini ben biraz anlatayım kalanını da siz tamamlayın bakalım:
İnandırıcılığı az, lezzeti yavan laflar ediyoruz öylesine.
Muhatabımızın ne söylediğine değil de ne kastettiğine daha çok bakıyoruz.
Anlamak için değil cevap vermek için dinliyoruz.
Öfkemizi küllendiremiyoruz ağzımızdan çıkanı kulağımız duymuyor.
Az bilmenin şaşkınlığı, çok bilmenin şımarıklığı arasında dönüp dolaşıyoruz öyle.
Düşüne düşüne konuşmak yerine aklımız geleni aklımız estiği gibi konuşuyoruz.
Derli toplu konuşamıyoruz. Sorun çözmek yerine sorunu konuşuyoruz. Konuştukça anlatmak istediğimizden uzaklaşıyoruz; kelimeler hakim olmaya kalkıştıkça daha bir zorlanıyoruz, şaşırdıkça şaşırıyoruz.
Hemen her zaman uğraşacak bir kimse arayıp buluyoruz. Sözlerimizle onu taciz ediyoruz adeta.
Bir söylediğimiz ötekini tutmuyor; birini derken öbürü yarım kalıyor, daha ötekine hiç yetişemiyoruz.
Düşünmeyen, görmeyen, bakmayan; bakar gibi, düşünür gibi duranlar konuştukça konuşuyor işte. Düşünmeyen, işitmeyen, görmeyenlerle anlaşmaya çalışıp duruyoruz işte.
Büyük laf söylemeye çabalayan küçük insanların haline güldükçe gülesimiz geliyor çoğu kere.
Geveleyip duruyoruz; bizim için hayati konuları, hayatın içinde olduğumuzu gereği gibi anlayıp anlatamıyoruz. 'Sözüne itibar edilen, sözü sohbeti dinlenen' olamıyoruz bir türlü.
Dinlemesi gerekenler konuşuyor; konuşması gerekenler susuyor.
Söz güzel… Sohbet muhabbet, daha da güzel… Tatlı, basit, mütevazı sözlerle birbirimizi anlayabilsek ne güzel olacak. Olacak da gelin görün ki ayaküstü birilerini çekiştirmek, bir kahve içimi dedikodu yapmak; kele bacım çalmak sözün sohbetin tadı tuzu oldu sanki.
Yanımızda, yanı başımızda neler oluyor bakıverelim hele şöyle bir:
Bir kısmı sürekli hatip gibi konuşuyor. Bir kısmının sözünde sohbetinde genişlik var belki ama derinlik yok.
Her babayiğidin kolay kolay cesaret edemeyeceği sözleri sadece söyleyip geçiveriyor kimileri. Kimileri, söylenmeyen, söylenemeyen, söylenemeyecek sözleri diline pelesenk ediyor. Kimilerine hiç uygun değil sözünü gözetmek.
Birisi, yerinde ve zamanında yaptığını zannettiği nükteleriyle yoruyor çevresini. Söyleyecek yerde susuyor; susacak yerde söylüyor birçoğu.
Yerinde ve özlü konuşmayı 'çok konuşmak' anlıyor birileri.
Birilerinin yalanı doğru gibi söylediğini biliyoruz bilmesine de kendileri hiç farkında değil.
Bazısı üzerinde gereği kadar düşünmediği, bildiğini zannettiği belli konuları diline doladıkça doluyor. Bazıları kelimelerin gücünü anlayamayan, kavrayamayan birileri atıp tutuyor durmadan.
Birisi ağzını açınca aklına gelen kelimeleri süslüyor da süslüyor. Birileri dinlemenin zamanını bilemediği için konuşmanın zamanını bilemiyor.
Bazısı dinleyenin anlayıp anlamadığı onu hiç ilgilendirmeden konuşuyor. Bazıları maksadı hesap edilmeyen, maksadı aşan laflar ediyor.
Yersiz sözleri terk etmeden sade konuştuğuna inanıyor başkası. Başkaları, ağzından çıkanı kulağı duymuyor.
Konuşmasını süsledikçe amacından uzaklaşıyor bir çoğu. Lakırtıdan öte geçemiyor çoğununki.
Birisi, başkası, başkaları, öteki beriki, diğeri, herhangi biri de yukarıdakilerden farklı değil.
Hasılı, benim de yaptığım gibi 'ağzı olan konuşuyor' işte.
Hadi bunların yarısı sizin yanınızda olmuyor; hadi bunların çoğu sizin yanınızda olmuyor; olanları da sohbetin içine etmiyor mu?
Bunlarla böyle olunca sohbet bizim neyimize ki.