Özcan Türkmen

Davet; 'çağrı, çağırma', 'yemekli toplantı' olarak kullanılır. Genel anlamda 'Mutlu gününde sevip saydığı insanlarla, hısım akrabayla birlikte olmaya; mutluğu paylaşmaya' 'davet' diyoruz.
Bunun böyle olmasını, başka anlamalara kaydırılmamasını özellikle ve samimiyetle istiyorum.
Davet dendiğinde aklıma ilk geliveren Nasreddin Hoca. Meşhur fıkrasını mutlaka sizler de bilirsiniz. Şöyle:
'Akşehir'in beyleri Hoca'yı yemeğe davet etmişler. Hoca, davete, günlük kıyafetiyle katılmış. Katılmış ama ne hoş geldin diyen var ne sefa getirdin diyen. Herkes, allı pullu kıyafetlilere el pençe duruyormuş.
Hoca, bir koşu evine giderek sandıktaki işlemeli kürkünü giyip yemeğe geri dönmüş. Az evvel 'Hoş geldin' bile demeyenler, önünde yerlere kadar eğilmişler. Hoca'yı yere göğe sığdıramayıp başköşeye oturtmuşlar. Kuzunun en hasını önüne koymuşlar. Herkes, Hoca'nın yemeğe başlamasını bekliyormuş.
Hoca, bir yandan kürkünün kolunu sofrada sallamaya, bir yandan da 'Ye kürküm ye! Ye kürküm ye!' demeye başlamış.''
Hemen her yerde geçerli olmasa da günümüzde, maalesef, çoğu kişi; insanları dış görünüşe göre yargılamaktadır. Dış görünüşe mutlaka önem verilmelidir ama gerçek güzelliğin ruh güzelliği olduğu akıldan çıkarılmamalıdır.
Saygının kişiliğe karşı değil zenginliğe, varlığa, giyim ve kuşama karşı gösterildiğini anlatmak için 'Ye kürküm ye!' denir ya biz de belli zamanlarda deriz ya… İşte öyle bir şey…
Sosyal hayatta insan; toplumun genel kurallarına uymalı, toplumun görgüsü, göreneği, geleneği, ahlakı ile uzlaşmalıdır; aykırılık yerine katılımcılığı seçmelidir.
Davetlerimiz, davetlilerimiz daha çok olur inşallah.
Davet, değer ve önem vermedir. 'Davete icabet, sünnettir.'
Davete icabet edilemeyecekse mutlaka ama mutlaka en seri şekilde özür beyan edilmelidir. Davete karşılık vermemek, saygısızlık ve sorumsuzluktur. Bize değer ve önem verilmişse biz de gereğini yapmak durumundayız. Çağırıldığımız yerde ortamı germeden, topluluğu rahatsız etmeden, mümkün olduğunca kucaklayıcı olmak zorundayız.
Satıları az da olsa dostlarımızın iyi günümüzde davetlere icabet ederken kara günlerimizde davetsiz hemen geldiği akıldan çıkarılmamalıdır.
Çocukluğum ve gençliğim, memleketimizin her köşesinde olduğuna inandığım, 'asker daveti, gelin olacak kız daveti, okuyan öğrenci daveti, gurbetten gelen hısım akraba daveti' vb. gibi davetlerle geçti. Yaş ilerledikçe, günümüzde bunların iyiden iyiye azaldığı üzülerek kahrolarak görüyorum.
Başına üzücü bir iş geldiğinde özellikle aileden, hısım akrabadan, dost arkadaştan davet beklemek yerine en seri şekilde yanında olmak akıllı ve medeni insanın vasfı diye düşüyorum.
Düşünüyorum ve dilimizde davet ile ilgili bulduğum atasözlerimizi bilgilerinize sunuyorum:
'Çağrıldığın yere aş ol, çağrılmadığın yere taş ol.', 'Çağrıldığın yere git, ar eyleme; çağrılmadığın yere gidip yerini dar eyleme.', 'Çağrılmamış konuğu köpekler karşılar.', 'Çağrılmamış konuk süpürülmemiş yerde oturur.', 'Çağrılmayan yere çörekçi ile börekçi gider.', 'Davet hak, gitmeyen ahmak.', 'Davetli yere erinme davetsiz yerde görünme.', 'Davetsiz düğüne giden minderini beraber götürür.', 'Davetsiz gelen konuk, kuru yerde oturur.', 'Davetsiz gelen, döşeksiz oturur.', 'Davetsiz misafir, mindersiz oturur.', 'Davetsiz yere giden kuru yazıya oturur.', 'Davetsiz yere kedilerle köpekler gider.', 'Gel denilen yere gitmeye ar eyleme; gelme denilen yere gidip yerini dar eyleme.'…
Evet; konu ile ilgili durumumuz böyle.
Davette nükte ile ilgili hoş bir anekdot ile konuyu özetleyelim şimdi de:
'Bernard Shaw (1856-1950), İngiltere'nin ünlü devlet adamı Churchill (1874-1965)'i kendi yazdığı Pygmalion oyununun ilk gecesine davet eder ve davetiyeye şu notu yazar:
'İlişikte iki kişilik bilet bulacaksınız, bir dostunuzu da getirebilirsiniz; eğer bir dostunuz varsa!'
Churchill, daha önce başka bir yere söz verdiği için oyuna gelemeyeceğini belirterek özür dileyen bir mektup yazar, biletleri iade eder ve bir not ekler:
'Piyesinizin ikinci gecesine gelebilirim, eğer ikinci gece oynarsa.''