Mümin kelime olarak Arapçada e-me-ne kökünden türemiş bir isimdir. Manası ''güvenmek'' demektir. Yani mümin güvenen, Allaha güvendiği için inanan insandır.
Istılahta ise Mümin; kendisini yoktan var eden, eşi-benzeri olmayan, bir olan Allah'a ve O'nun Yüce kitabımız Kur'an-ı Kerimde iman edin dediği hususlara inanan ve inandığı değerleri yaşayan ve onları savunan insandır.
Yüce Rabbimiz Kur'an-ı Kerim'de ve Sevgili Peygamberimiz s.a.v. güzel sözlerinde müminin birçok vasıflarından bahsetmiştir. Öncelikle Kur'an-ı Kerim'deki özelliklere bakalım: Müminler görmeden (ğaybi olarak) iman eden, namazı dosdoğru ve huşu içerisinde kılan, zekatı veren ve zekat vermek için çalışan, kendisine rızık olarak verilenlerden Allah yolunda harcayan ve bu harcamaları yaparken cimrilik ve israftan kaçınan muktasıd (iktisat eden) bir insandır. Kendilerine indirilen kitaba ve kendilerinden önce indirilen kitaplara iman eden kimselerdir.
Müminler birbirlerinin dostlarıdırlar. Onlar iyilik için çalışan ve iyiliği emreden, kötülükten uzak duran ve kötülüğü önlemeye çalışan kimsedir. Onlar boş işlerle meşgul olmayan, boş ve lüzumsuz kimselerden uzak duran, ırz ve namuslarını koruyan kimselerdir. Yalan söylemezler, yakınları dahi olsa yalancı şahitlik yapmazlar. Müminler yalan dolanla iş yapmayan doğru sözlü ve sözüne itimat edilen kimselerdir.
Mümin hiç kimseyi aldatmayan, ihanet etmeyen, söz verdikleri zaman ise onu yerine getiren ve nankörlük etmeyen, ahde vefa gösterendir. Onlar emaneti korurlar ve onu ehline teslim ederler. Rablerine karşı takva elbisesini kuşanarak, sorumluluklarını bilen, çevreye ve insanlara karşı duyarlı olan, Allah'ın kendilerine bahşettiği en değerli nimet olan aklını, bilincini, iradesini onun istediği şekilde kullanan, basireti ve feraseti açık kimsedir mümin. O Allahtan başkasına kulluk etmez, nefsini, heva ve hevesini putlaştırmaz.
Mümin hatasında ısrar etmeyen, her zaman müslümanca bir duruş sergileyen kişidir. Söylemden ziyade eylem insanıdır. O ya olduğu gibi görünen ya da göründüğü gibi olan, samimi, gösteriş ve riyadan uzak, yaptığı işi yalnızca Allah için yapan kimsedir.
Mümin; ahlakı güzel olan, insanlarla iyi geçinen, özellikle fakir ve kimsesizlerin yardımcısı, yetimi himaye eden, komşusu açken tok yatmayan kimsedir. Kendisi için istediğini kardeşi için de isteyen, iyilikte ve takvada yardımlaşan, isar ahlakını hayatına düstur edinen cömert ve fedakar insandır. O sevinecek olsa buna şükreder, başına bir bela gelse ona sabreder, her hali kendisi için hayırdır. 'Mümin, müminin aynasıdır, ona zulmetmez, onu zorluk anında yalnız bırakmaz. Onun her işi faydalıdır. Eliyle, diliyle ve kalbiyle kötülüğün karşısında olan kimsedir mümin.
Hakiki Mümin olabilmek ümidiyle...
Doğruluğuyla Kurtuluşa Eren Sahabi:
KÂ'B B. MÂLİK (R.A.)

Güneşin kavurucu sıcağı iyiden iyiye kendini hissettiriyordu. O sıcakta, meyveleri olgunlaşan hurma dallarının gölgeliğinde biraz olsun serinlemek kadar insanı rahatlatan bir nimet olamazdı. Lakin Medine'de hummalı bir sefer hazırlığı vardı. Allah Resûlü Bizans'ın ani bir saldırı düzenleyeceği haberini almış, vakit kaybetmeden Medine Suriye ticaret yolu üzerinde bulunan Tebük'e doğru yola çıkmayı uygun görmüştü. Yolculuk uzun ve meşakkatli olacaktı. Ordunun iyi hazırlanması gerekti. Medine'nin beş büyük şairinden Ka'b b. Malik de sefere katılacaklar arasındaydı. Ka'b, Bedir hariç o zamana dek yapılan bütün gazvelere katılmış, on yedi yerinden yaralandığı Uhud Savaşı'nda büyük kahramanlık göstermişti. Ancak bu kez biraz rahat davranmıştı. Sefere hazırlık için sabahleyin evinden çıkıyor, akşam olduğunda hiçbir şey yapmadan geri dönüyordu. Hal böyleyken günler günleri kovalıyor, Ka'b kendini bir türlü toparlayamıyordu. O, daha vakit var diye düşünürken, hazırlıklarını tamamlayan ordu bir sabah yola çıktı. Ka'b, bugün yarın yetişirim düşüncesiyle oyalanırken aradan birkaç gün daha geçmiş, epeyce mesafe kat edilmişti. Yine de hazır değildi Ka'b. Hala orduya yetişebileceği düşüncesiyle Medine sokaklarında dolaştığı bir gün, geride yalnızca münafıkların ve maddî imkansızlıklar yüzünden sefere katılamayanların kaldığını anlayınca hatasının farkına vardı ancak artık çok geçti. Haftalar sonra Allah Resûlü'nün Medine'ye dönmek üzere yola çıktığı haberini alınca Ka'b b. Malik'in içi içini kemirmeye başladı. Onun yüzüne nasıl bakacaktı? Hz. Peygamber s.a.v. Medine'ye döndüğünde, sefere katılmayıp geride kalanlar mescide gelerek mazeretlerini bildirdiler. Sıra Ka'b'a geldiğinde Resûlullah ona ne sebeple seferden geri kaldığını sordu. Akabe'de aldığı sözü hatırlattı. Ka'b elbette o günkü sözünü unutmamıştı fakat beyan edecek bir özrü de yoktu. Durumu aşikardı, daha önce karar verdiği üzere başkaları gibi yalandan bir mazeret uydurmak yerine hatasını itiraf etti. Bunun üzerine Hz. Peygamber ondan, Yüce Allah kendisi hakkında bir hüküm bildirinceye kadar beklemesini istedi. Mürare b. Rebî' ve Hilal b. Ümeyye adlı iki sahabi de Ka'b ile aynı durumdaydılar. Bu üç sahabiye karşı Resûllah'ı ve Medine'yi adeta derin bir sessizlik bürüdü. Kimse onlarla konuşmuyor, görenler yüzlerini ekşitiyordu. Yer gök, dağ taş sükût ediyordu sanki. Bu sessizliğe dayanamayan Mürare ve Hilal evlerine çekilip ağlıyorlar, Ka'b ise aksine sokaklarda dolaşıyor, mescide namaza geliyor, Hz. Peygamber'in meclisine katılmaya çalışıyordu. Olur da selamına karşılık verirse diye Allah Resûlü'nün dudaklarının kıpırdayıp kıpırdamadığını takip ediyordu ama nafile. Resûlullah onunla göz göze bile gelmiyordu. Ka'b'ı derinden sarsan sessizliğin üzerinden kırk gün geçmişti. Allah Resûlü'nden bu kez üç sahabi için eşleriyle birlikte yaşamalarını yasaklayan bir emir geldi. Ailesinden mahrum kalma pahasına da olsa, Hz. Peygamber'in emrine itaat etmeliydi Ka'b. Hanımına hakkında bir hüküm bildirilinceye kadar babasının evinde kalmasını söyledi. Medine'yi bürüyen sessizliğin ellinci günüydü. Sabah namazını henüz eda eden Ka'b b. Malik'in içindeki vicdan azabı ve hüzün öylesine büyümüştü ki bütün genişliğine rağmen yeryüzü dar geliyordu artık ona. Boğuluyordu adeta. Elinden gelen tek şey Rabbi'nin azabından yine O'nun merhametine sığınmaktı. Bu düşüncelerle şehrin sessizliğine kulak veren Ka'b, birden 'Ey Ka'b b. Malik, müjde!' diye koşarak kendisine gelen kişinin sesiyle irkildi. Göklerin ve yerin Rabbi tarafından tövbesi kabul edilmişti. Hemen secdeye kapandı. Vakit kaybetmeden Resûlullah'ın mescidine koştu. Mescide girer girmez Allah Resûlü'nün mübarek yüzündeki mutluluk dikkatini çekti, bir ay parçası gibi parlıyordu. Ka'b annesinden doğalı, yaşadığı en hayırlı gün bugündü. Hz. Peygamber'in simasından gönlüne sirayet eden neşeyle coşarak malının tamamını fakirlere bağışlamak istediğini bildirdi. Fakat Allah Resûlü ona, malının bir kısmını elinde tutmasının daha hayırlı olacağını söyledi. Ka'b b. Malik yaşadığı müddetçe doğruluktan asla ayrılmayacağına dair Resûlullah'a söz verdi. Bundan böyle de yalan söylemek aklının ucundan dahi geçmeyecekti. (Sahabe Hatıraları DİB yay. Syf. 147)

MEAL OKUYORUM

Bir gün gelecek yer başka yere, gökler de başka göklere dönüştürülecek, insanlar gücüne karşı durulamaz olan bir tek Allah'ın huzuruna çıkacaklardır.
(İbrahim, 14/48)
GÜNÜN DUASI

'Allah'ım! Beni işlerin en güzeline ve ahlakın en güzeline kavuştur. Onların en güzeline ancak sen ulaştırabilirsin. Beni kötü işlerden ve kötü ahlaktan muhafaza et. Bunlardan ancak sen koruyabilirsin.' (Nesai, İftitah, 16)
HER GÜNE BİR HADİS

'Allah Teala bana: 'Alçak gönüllü olunuz. Hiçbir kimse diğerine karşı böbürlenmesin,' diye bildirdi.' Müslim, Cennet 64.

BİR SORU-BİR CEVAP

Babası ile birlikte oturan kimse zekat ile mükellef midir?

İslam'da mülkiyetin şahsiliği esastır. Buna göre bir kimse babasıyla birlikte oturuyor olsa bile zekata tabi nisap miktarı mala sahip ise zekat ile mükelleftir. Ancak babası ile mallarını ayırmamışlar da ortak kazanıp ortak harcıyorlarsa, bu takdirde ellerindeki birikim üzerinde tasarruf yetkisine sahip olan kişi zekatla yükümlü olur. (Fetvalar, DİB Yay. syf. 238)