Eskişehir Baro Başkanı Elagöz programda Türk yargı sisteminin sorunlarına ve yargının işleyiş sürecine ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Elagöz, 23 yıllık meslek hayatında ve baro başkanlığı döneminde yargı sisteminde “en kötü” tabloyla karşı karşıya olduğunu kaydetti.

“HÜKÜMETLER YARGIYI ‘AYAK BAĞI’ OLARAK GÖRÜYOR”

Bursa'da bulunan tarihi eserler ekipleri şaşırttı! Bursa'da bulunan tarihi eserler ekipleri şaşırttı!

Türkiye’de geçmişte ve mevcut dönemde yargı erkinin siyasi iktidarlar tarafından ayak bağı olarak görüldüğünü belirten Elagöz, “Türkiye’de hükümetler maalesef yargıyı kendilerine ayak bağı olarak gören bir anlayışla bu ülkeyi yıllarca yönettiler. Devletin kurucu unsurlarından biri olarak bildiğimiz yargı erkinin asıl amacı denetleme görevini yerine getirmek. Yargının yasama ve yürütmeyi denetleme görevi de vardır yargının. Ancak son 20 yılda ayak bağı anlayışı iyice tezahür etmeye başladı. Yargı erki artık yürütme erki tarafından bir sopa, cezalandırma aracı olarak görülmeye başlandı. Bizim ülkemizde, anayasamızda yazdığı gibi bir hukuk devleti anlayışı maalesef oturmadı. Geçmişte de böyleydi, şimdi de böyle. Ancak son 20 yılda çığırından çıktı” diye konuştu.

“LİYAKAT SORUNU VAR”

Sayıları artan hukuk fakültelerinin liyakat ve nitelikli eğitimi olumsuz etkilediğinin altını çizen Elagöz, “Türk yargı sisteminde ciddi bir tökezleme, bir liyakat sorunu var. Bu sorun beraberinde en çok zararı da biz avukatlara veriyor. Vatandaşın hakkını savunma görevini yaparken çok ciddi bir dirençle karşı karşıyayız maalesef. Gelinen aşamada bana göre, çok iyi bir avukat olmanız hiç bir şey ifade etmiyor artık Türk yargı sisteminde. Çünkü karar merciinde olanlar avukatlar değil hakimler. Bu hakimlerin eğitim kalitesi ve liyakatına bakmak gerekiyor. Asıl sorun orada başlıyor. Türkiye’de çok fazla hukuk fakültesi açıldı. Buna ihtiyaç kesinlikle yoktu. Hukuk fakültesi açmak çok maliyetsiz, popüler bir şey ve aynı zamanda bir siyasi araç yapılıyor. Hukuk fakültesi açmayı ‘her köye bir okul’ kampanyasına çevirdiler. İhtiyaçtan fazla şekilde hukukçu mezun ediliyor” ifadelerini kullandı.

“YARGI BİR SOPA OLARAK KULLANILIYOR”

Yargı görevlilerinin üzerinde siyasi baskı olduğuna dikkat çeken Mustafa Elagöz, “Hakim ve savcılar üzerinde ciddi bir siyasi baskı da var. Siyasi iktidardan bir kişinin işlemiş olduğu suça karşı bir soruşturma açıldığını görüyor musunuz? Muhalifseniz yargı bir sopa olarak kullanılıyor. Cezalandırma yöntemiyle halk üzerinde de ciddi bir baskı unsurunu yargı eliyle oluşturuyorsunuz. Siyasi iktidarın istemediği şekilde karar verirsem ‘başıma ne gelebilir’ endişesini yaşayan bir yargı sistemindeyiz şu anda. Ayrıca ciddi bir kadrolaşmanın da olduğunu görüyorum. Referansınız yoksa, o düşünceden değilseniz maalesef bu ülkede iyi bir hukukçu olsanız dahi oralara gelme şansınız yok” şeklinde konuştu.

“ŞERİATIN KESTİĞİ PARMAK ACIYOR”

Yargılama sonucunda verilen kararların toplum vicdanını rahatlatmadığını öne süren Elagöz, “Halk arasında ‘şeriatın kestiği parmak’ acımaz diye bir söz vardır. Şeriatın anlamı aslında orada adalettir. Şimdi şeriatın kestiği parmak öyle bir acıyor ki… Adalette verilen kararların vicdanları rahatlatması beklenir. Verilen kararlarla maalesef vicdanlar rahatlamıyor. Biz avukatlar olarak davası olan vatandaş görüşmeye, bizi yetkilendirmeye geldiğinde, dava şöyle sonuçlanır deme imkanına sahip değiliz. Önceden öngörülebiliyordu. En azından bilgi ve deneyimimizle sonucu yüzde 90 kestirebiliyorduk” dedi.

“SİYASİ İRADE BAROLARA KULAK ASMIYOR”

İktidarın adliyelerdeki iş yükü ve işleyişin hızlandırılmasına yönelik baroların görüşlerine kayıtsız kaldığını aktaran Elagöz, “İş yükünün artmasıyla birlikte yargılamalar bitmez hale geldi. Biz Ankara’ya bağlıyız ve giden dosya 3 sene gelmiyor. Benim dosyam var unutuldu, hala gelmiyor. Bazı dosyalar da kritik dosyalar gibi ne hikmetse aleyhimize 3 ayda gelebiliyor. İstinafın kararı bozduktan sonra yeniden hüküm kurma yetkisi var ama bunu yapmayıp tekrar ilk derece mahkemesine gönderiyor. Orada yeniden yargılama yapılıp yine istinafa sıraya giriyor dosya. Daha Yargıtay yolu açık olan dosyalar da var. Bir de oraya gidecek. Ortalama 10 yıl. Geciken adalet, adalet değildir. Türkiye’deki siyasi iradenin, baroları kendisine muhalif kurumlar olarak görmesi sebebiyle bizim söylediklerimize kulak asmamasından kaynaklanan bir sistem sorunu yaşıyoruz” ifadelerini kullandı.

“YARGININ BELİ 2010’DA KIRILDI”

Hakim ve savcıların şahsi sorumluluğunun kaldırılmasının yanlış olduğunu dile getiren Elagöz, “2010’daki anayasa referandumu Türk yargı sisteminin belinin kırıldığı dönemdir. Özellikle Ergenekon ve Balyoz davalarında görevlendirilen hakim ve savcıların şahsi sorumluluğu olmasın diye, şahsi sorumluluğu kaldırdılar. Şimdi hiçbir hakimin şahsi sorumluluğu yok. Şu anda yargıdaki en temel sorunlardan biri hakim ve savcıların şahsi sorumluluğunun olmamasıdır. ‘Ben böyle karar verdim, istinafa gidin’ deme cüretini göstermemeniz gerekiyor. Bu çok sakat bir anlayış” dedi.

“SORUN CEZALARDA DEĞİL İNFAZDA”

Yargının cezalandırma alanında en önemli sorunun infaz sisteminde olduğunu vurgulayan Elagöz, “Türk Ceza Kanunu’nun temel ilkesi olarak cezaların caydırıcı olması beklenir. Ceza kanununa göre siz yargılamayı yapar, bir ceza verirsiniz. Kesinleştikten sonra da infaz aşaması var. Cezalarımız aslında az değil. Sorun ceza infaz sistemimizde. Bizim avukatlarımız, hatta hakim ve savcılarımız dahil yüzde 90’ımız ceza infaz hukukunu bilmiyoruz. Durum şöyle, işlenen bir suç var ama belli tarihte işleyene başka, o tarihten sonra işleyene başka uygulama yapılıyor. O kadar karmaşık bir sistem var ki… Bunlara hiç gerek yok aslında. Verdiğiniz cezayı yalın bir şekilde infaz edin. 10 yıl ceza veriyorsunuz ama yattığı belki 2 yıl. Vatandaşta da o zaman suç işleme eğilimi oluşuyor. ‘2 yıl yatar çıkarım’ diyor. Hiç cezaevine girmeden infazı bitenler bile var” diye konuştu.

“CUMHURİYETİ KABUL EDEMEDİLER”

Atatürk’e hakaretin etkili şekilde cezalandırılmadığını ileri süren Elagöz, “Son 1 yıldır ülkede ciddi bir rejim sorunuyla karşı karşıya olduğumuzu düşünüyorum ve görüyorum. Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün 7 düvelle savaşıp kurmuş olduğu cumhuriyeti yıkmaya çalışan değerlerini her geçen gün aşındırmaya çalışan bir anlayışa sahipseniz, bununla ilgili ciddi bir kitleniz varsa, Atatürk’e her gün canlı yayında, sosyal medyada hakaret edilirken, bu adamlara herhangi bir yaptırım uygulamıyorsanız, diyanetin camilerinde insanların arkalarında namaz kıldıkları hocalara yaptırım uygulamıyorsanız ve vatandaşın vergisiyle bunların maaşını ödüyorsanız ben bunu görürüm. Bunlar bir şeylerin ayak sesleri bana göre. Cumhuriyeti bir türlü kabul edemediler” şeklinde konuştu.

“SOSYAL MEDYA ADALETİ”

Sosyal medyada tepkilere neden olan olaylarda yargının işleyiş biçimine ilişkin eleştiriden bulunan Elagöz, “Kadına şiddet ve çocuğa istismar olayları sadece bugünün olayları değil. Geçmişte de vardı ancak gün yüzüne çıkamıyordu. Şimdi iletişim araçlarının gelişmesiyle bunlar daha gün yüzüne çıkar hale geldi. Aslında artışın kaynağı bu. ‘Önceden yoktu, şimdi var’ demek yanlış olur bana göre. Hatta son zamanlarda Türkiye’de adaleti sosyal medya sağlıyor. Ben ona ‘sosyal medya adaleti’ diyorum. Toplumsal baskıyı görünce hemen karar değişiyor. Çok yanlıştır. Siz hakim olarak önünüze gelen dosyayı içindeki delillere göre doğru inceleyip karşınızdakinin kim olduğuna bakmadan, etki ve baskı altında kalmadan karar verip adaleti sağlamanız gerekir. Olması gereken budur. ‘Kopyala, yapıştır’ mantığıyla karar verildi. Sonra sosyal medyada iş büyüyünce ‘biz ne yaptık’ deyip dosyaya bakıyorlar” ifadelerini kullandı.

“ESKİŞEHİR YARGIDA BİRAZ DAHA İYİ BİR ORTAMDA”

Yargıda Eskişehir’deki işleyişi değerlendiren Elagöz sözlerini şöyle sonlandırdı:“Yargı bakımından Eskişehir biraz daha iyi bir ortamda diyebiliriz ama Eskişehir’de iyi olması başka ilde kötü olması Türkiye’nin yargı sisteminde iyi olduğu anlamına gelmez. En ücra köşede de bir adliye varsa, orada da sağlıklı bir yargılama sistemiyle insanların hak arayışlarını kolaylaştıracak şekilde işlem yapılması beklenir. Sıkıntının olmadığı bir yer yok.”

Abdullah Güçlü

Editör: Tuğçe Kaş