Son günlerde yine yaralıyız. İzmir depremi ile yüreklerimiz dağlandı. 6.9 şiddetinde gerçekleşen Ege denizi merkezli depremde 30'dan fazla vatandaşımızı kaybederken 800'den fazla vatandaşımız da hastanelerde. İzmir depremi ülke gündemimizde önemli bir yer işgal ediyor. Kaybettiğimiz yurttaşlarımıza Allah'tan rahmet, yakınlarına baş sağlığı ve sabır, yaralı yurttaşlarımıza da acil şifa diliyoruz.
Üzerinde duracağımız konu ise ülkemizin deprem gerçeğine dair yapılan yorumlar, deprem öncesinde ve sonrasında alınmayan önlemler, bilimsel ve politik gerçekler…

Önce depremin oluş nedeni ve bilimsel gerçeği üzerine odaklanalım. Deprem, yerkabuğunda beklenmedik bir anda ortaya çıkan enerji sonucunda meydana gelen sismik dalgalanmalar ve bu dalgalanmaların yerüstünü sarması olarak tanımlanıyor. Depremle ilgili bir başka değerlendirme de enerji biriktiren fay hatlarının er ya da geç bir gün mutlaka kırılarak topladıkları enerjiyi boşaltmaları, dışarı vermeleri şeklinde. Dünya yüzeyinde gerçekleşen depremler kendilerini bazen sallantı bazen de yer değiştirme şeklinde gösterirken, bazen de yeryüzüne yakın bir noktada güçlü tsunamiye sebep oluyor, bu sarsıntılar ayrıca toprak kayması ve volkanik aktiviteleri de tetikleyebiliyor. Bu açıklama ve değerlendirmelerden sonra çok rahat bir şekilde diyebiliriz ki, deprem tam manası ile fiziksel bir gerçektir; toplumsal olayların, davranışların deprem oluşumunda asla bir etkisi olamaz. Ne yazık ki, İzmir depremi sonrasında sosyal medyada bir grup akıl dışı tutum sergileyenler Seferihisar merkezli depremi içki, zina, Cumhuriyet kutlamaları vb. kriterlerle ilişkilendirmişler konunun bilimsel ve fiziksel kısmını asla dillendirmemişlerdir. Bu tür ilişkilendirme ve paylaşımlar son derece mantık dışıdır ve bir gaflet içinde bulunma halidir. Deprem bu tür nedenlere bağlı ise bazı Kuran kurslarında ve tarikatlarda çocuklar tecavüze uğradıklarında, bazı siyasiler rüşvet alıp verdiklerinde, çok sayıda insan kul hakkı yediğinde, bazıları ülkesini sattığında, ülke kaynaklarını yabancılara peşkeş çektiğinde neden deprem olmuyor? Yapmayın; beyler, hanımlar kafalarınızı soktuğunuz önyargı ve bilgisizlik kafeslerinden çıkarınız, aklınızı özgürce kullanıp aydınlanınız, bilimin gerçekleri ile akıl ile hareket ediniz, inancınız sizedir…
Deprem konusuna bilimsel bakış açısı ile bakmamız bir zorunluluktur bir başka deyişle. Ülkemiz deprem kuşağında yer alan bir ülkedir. Fiziki şartlara bağlı olan deprem afetini en az hasarla atlatmamız için de bilimsel araştırma, önlem, sağlıklı yapılaşma ve gerçekçi kontrol ve denetimlere ihtiyacımız var. Deprem konusunu konuşacaksak bunların üzerinde durmalıyız.
6,9 şiddetinde gerçekleşen İzmir depreminde yıkılan binalara baktığımızda büyük çoğunluğunun 1999 depremi öncesinde yapılıp, yakın geçmişte de imar affı ile ayakta kalmalarına izin verilen binalar olduklarını görüyoruz. Bu binalar kriterlere uygun olmayan, depreme dayanıklılığı bulunmayan, malzemesinden çalınmış ve gerçekçi denetim yapılmadan imar izni verilmiş binalardır. Bu binaların yıkılma nedeni içki, zina, Cumhuriyet kutlamaları değil; hırsız müteahhitler, bina sağlamlık kontrolünü iyi yapmayan denetimciler, rant elde etmek için imar affını doğru bir alt yapı çalışması yapmadan yasalaştıran siyasilerdir. Durumu gerçekçi bir şekilde okumak, tahlilleri doğru yapmak zorundayız. Ülkemizde deprem riski sahasında yapılan denetimler ne yazık ki yetersiz, adam kayırmacılık ve siyasi rant gereği uygun olmayan binalara uygundur imar izni verilmesi bilinen bir durumdur.

Almanya'da 3 bin, tüm Avrupa'da 25 bin, ülkemizde ise 453 bin müteaahid bulunuyor. Ülkemizdeki müteahhid sayısı oldukça abartılıdır. Önüne gelen müteahhitliğe soyunmuştur. Müteahhidlerin mesleki yeterlilikleri tartışmaya açık, yaptıkları işlere yapılan denetim ise olması gereken kriterlerden son derece uzaktır. Bunun için de 'deprem öldürmüyor, çürük bina öldürüyor' yargısı toplum tarafından her deprem felaketi sonrasında tekrarlanmaktadır. Japonya ise bizdekinin aksine müteahhitlik ve denetim işleri açısından olumlu yönde örnek alınacak bir ülkedir; çok sık ve şiddet seviyesi yüksek depremlere ev sahipliği yapsa da Japonya, deprem hasarlarını minimize etme başarısını göstermiştir. Japonya'da binalar bilimsel kriterlere uygun yapılırken, konu ile ilgili kontrol ve denetimler ise son derece nesneldir, bilimseldir. Japonya'da hayatı önyargı ve kanaatler değil; bilimsel gerçekler yönetmektedir…

Bazı siyasilerin deprem konusundaki duyarsızlıkları, deprem önlemleri yerine rantı esas almaları da depremin zararlarını onlarca kat artıran bir unsurdur. Ranta dayalı imar affı ile 470 deprem alanı 77'ye inmiştir. Deprem riski olan onlarca alan, AVM, rezidans ve toplu konut yapılmak üzere imara açılmıştır. Tehlike buradadır; bilime aykırı, politik rant uygulamasında canlar kaybediyor, hastanelerimizi depremzedelerle dolduruyoruz. Siyasi rant gereği ne yazık ki depreme dayanıklı olmadığı tespit edilen 2100 binanın 1800'ü zaman aşımına uğratılarak kapsam dışına alınmıştır. Adeta deprem riski ile kumar oynanmaktadır.

Bir başka garabet de 1999 depremi sonrasında Bülent Ecevit'in önerisi ile toplanan deprem vergilerinin (66 Milyar TL) nerede olduğunun bilinmemesidir. Deprem yaralarını sarmak, depreme yönelik önlemler almak için toplanan paralar buharlaşmıştır. Deprem Cumhuriyet kutlamaları yüzünden olduğu diye sosyal medya paylaşımında bulunanlar deprem vergilerinin nereye gittiğini gündeminize alır mısınız lütfen?

Deprem de can kaybı yaşanan, yaralanmaların olduğu bölgelere baktığımızda ise genellikle ekonomik seviyesi düşük olan yerleşim yerleri olduğunu görüyoruz. Deprem hiçbir zenginin evine hasar vermez, o sınıftan can almaz –istisnalar hariç-, hep yoksulu vurur. Neden; çünkü yoksulların yaşadığı bölgelerin binalarından malzeme çalınır, o bölgelerden oy almak için o bölgelerde kontrolsüz-araştırmasız imar affı uygulamaları yapılır, binaların yapımında oralarda gerekli kontroller yapılmaz. Deprem de yoksulu vurur…

Özetle, her konuda olacağı gibi deprem konusuna da bilimsel bakış açısı ile bakalım, depremle mücadelede sosyal sınıf farkı gözetmeden yurtseverlik paydasında çalışmalar yapalım ve de akıl dışı davrananları, bilim karşıtı değerlendirmelerde bulunanları aklın ilkeleri ile uyaralım…