'Türk doğmuşsun, ismin var, Müslümansın. Birileri birden geliyor diyor ki sen Bulgar'sın, senin adın bu bu diyor. Kendilerini belirlediği isimleri veriyor.'

'İsmin başladığı harf ile başka isim veriyorlar. Mesela benim adım Bahar, adımı koymuş Boris. Bir şey uydurmuş. İnsanlar kabullenemiyor. Yaşlılar bunu çok ağır ödediler. Benimseyemediler. Toplumun önde gelenlerini aldılar götürdüler, kampa. Buradan dönenler oldu, dönemeyenler oldu. Zor bir süreçti, düğünlerimizi kendi adetlerimize göre yapamıyoruz, Türkçe ne varsa yasak. İsimlerimiz değiştirilip baskı görünce değerlerimize sahip çıkmaya başladık. Camiye gitmezdik mesela, camiye gider olduk. Camiye sahip çıkmaya başladık. Anladık ki cami bizim varlığımızın bir simgesiymiş oralarda. İşte böyle bir dönemde Türkiye'ye geldik. İyi ki de geldik.'

'Mesai saatinde sivil polisler geldi, emniyete çağırdılar beni. Gittim emniyete, pasaportlarımızı hazırlamışlar, dediler 'akşama şehrin kenarında bir konvoy oluşturacağız, o konvoyda olmak zorundasınız. Gece 12'ye kadar şehri terk edeceksiniz' biz de o telaşeyle geldik. Yanımıza çocukların temel eşyalarını alarak yürüdük. Mesela ben Kapıkule'den benim köyüme normal şartlarda 2,5 saatte varıyorum. Dinlene dinlene 2 buçuk saatte varıyorum. Biz Şumlu'dan Kapıkule'ye 4 günde geldik. Yani o konvoy 4 günde bir türlü sınıra ulaşamadık.'

'Dağlık yollardan yürütüyorlar, oralarda kamplar kurduruyorlar, bekletiyorlar. Belki aklarında başka bir şey vardı. Bosna katliamı gibi katliamlar geçiyordu akıllarından ama Allah korudu bizi. Biz bugün Türkiye'de ikinci hayatımızı yaşıyoruz. 1989 Temmuzunda Türkiye'ye girdik. Latin harfleri bilmiyoruz. Türkçemiz çok kıt. İnsanlar bizi anlamıyor. Parasız pulsuz, zor günlerdi. Babam önceden Türkiye'ye gelmişti. 1980 öncesi. O zaman Bulgaristan Doğu Bloku ülkesi. Yaşamı biraz daha ileri standartlarda. Babamın ağzından hiç kötü söz duymadım ama buraya yola çıkmadan kulağıma eğildi, 'İstanbul'dan öteye gitme, İstanbul'da kal' dedi bana. Ben de İstanbul'da kalacağım, oraya yerleşeceğiz diye düşünüyorum hep. Eskişehir'de de bir akrabamız var, gelin buraya, diyor sürekli. İstanbul'da tabii, biz çok kötü bir semte gitmişiz. Gecekondu, şebeke suyu yok, kanalizasyonu yok, yani bunları söylemek istemiyorum ama Eskişehir'e gelmemiz biraz da bu koşullar oldu. Yani biz İstanbul'u görmeden Eskişehir'e geldik. Muhacir kağıdı alalım dedik. Eskişehir adresli muhacir kağıdı, o esnada bizim Bulgaristan'daki diplomalarımızı istediler, denklik vermeye başladılar. Bizim muhacir kağıtlarında adres Şirintepe, Eskişehir.'

Bu cümlelerin sahibi Bahar Bilen. Eskişehir'de herkesin elini sıkan, herkesle dost, herkesle arkadaş, kimine abi, kimine kardeş Bahar Bilen hakkında Lokantacılar Odası Başkanı olduğu ve içinden geçtiğimiz bu zor günlerde esnafın, üyesinin hakkını istediği için malum çevrelerce kara propaganda yapılıyor. Hem de çok çirkin şekilde.

Şu kadarını söyleyelim, Bahar Bilen'in ne makam aracına ihtiyacına ne de kendini ispata ihtiyacı vardır. O Bulgar zulmünden kaçarak, ülkesine gelebilmiş nice ağır bedelleri ödeyerek kendini sıfırdan var etmiş, ne yandaş ihalelere ne de siyasi güce sırtını dayamıştır. Onun sırtını dayadığı tek yer Eskişehirli dostlarının güvenli omuzlarıdır.

Bulgar zulmünün yıkamadığını kolay kolay yıkabileceğini sananlar o algı dünyasına tekrar dönsünler çünkü onların gerçek dünyada zerre karşılığı ve hükmü vardır.