Özcan Türkmen

Zihnimiz çoğu kere aşağıdaki soru ve ifadelerle meşgul oluyor:
'Başım belaya girse beni kim kurtaracak?', 'Ben tek başıma ne yapabilirim ki?', 'Benden bu kadar.','Boşa uğraşıyoruz boşa.','Bu seferlik böyle olsun bakalım.','Daha nereye kadar.','Evet ama…','Faydası olacağını bilsem, her şeyi yapardım.', 'İstiyorum ama…','Keşke.','Kimi, kime şikayet edeceksin ki?', 'Memnun edemezsin ki','Neyse…','Ne yaparsan yap, işe yaramaz.','Ne yapsam boşuna.' vb.
Bunları artırmak da mümkün…
Bunların verdiği sıkıntıyı ya da kimi zaman da bizlerdeki rahatlığı, herkes kendine göre değerlendiriyor. Değerlendiriyor ama hepimizin birleştiği bir ortak nokta var o da: Mazeret…
Mazereti 'Bir kusur veya kabahatin istemeden yapıldığını gösteren ve hoş görülmesini gerektiren sebep, özür', 'İstenmeyen bir işten kurtulmak için ileri sürülen bahane', 'Geçerli ve zorlayıcı sebepler göstererek bir kimseden özür dileme, mazur görülmesini isteme, af talep etme' anlamlarıyla kullanıyoruz.
Mazeret üretmeye bir başladık mı kolay kolay vaz geçemiyoruz bundan. Mazeret üretiminde hepimiz başkasının mazeretini hoş görür olduk neredeyse.
Mazeret ürettikçe yüklerden kurtulduğumuz hissine kapılıyoruz çoğu zaman. İşin içinden kolayca sıyrıldığımıza inanıyoruz niyeyse. Mazeret üretmekle günü kurtardığımıza inanıyoruz niyeyse.
Sorumluluktan kaçanların daha çok mazeret ürettiğine şahit oluyoruz sıklıkla. Başarısızlığa kılıf uydurmak isteyenlerin hemen bir mazeret ürettiğini görüyoruz çoklukla. Başarısız olunca itibarımızı korumak için mazeretleri hemen arka arkaya sıralayıveriyoruz çoğu kere.
Mazeret bulmak, içinde bulunulan durumu açıklayacak bir sebebi ortaya koymak hepimizin olmazsa olmazı sanki. Her mazeret, omuzumuzdaki sorumluluk yükünü biraz daha hafifletiyor sanki.
Mazeretlerin bizi kurtardığına inanıyoruz her nedense. Mazeret üretiminin yetersiz olduğu durumlarda da kabahati başkasının üzerine atıveriyoruz her niyeyse. Mazeret ürettikçe kendi hata ve zaaflarımızıdüzeltme yoluna pek gidemiyoruz niyeyse. Kabahatimizi kabullenmek yerime bu durumabir mazeret, haklı bir sebep arayıp duruyoruz niyeyse.
Yapabileceğimiz işlere mazeret üretmek, mazeret bulmaya çalışmak öncelikle bizi yoruyor. Mazeret ürettikçe övgüyle söz edilecek başarılara ulaşamıyoruz.
Yapmamız gerekenlere mazeret söylemeyelim; bahane bulmayalım. Hele hele bir konuda başarısız olmuşsak hiç mazeret uydurmayalım. Dikkat edelim; mağlup olmuş insanların mazeretlerini kimse dinlemez.
Mazeret bulmayı başarmak, olumlu olacak çok şeyi yapmamak demektir. Fırsatları değerlendiren, mazerete sığınmaz, sığınamaz. İmkan ve fırsatı değerlendiremeyen, mazerete mağlup olur.
Mazeretini, geçerli olmasa da bir özrünü kabul ettiğimiz insanlar zamanla bu himmeti hak kabul ediyor; bunun farkında mıyız ki.
Geçerli mazeretini yerinde ve zamanında beyan edebilenlerin başarılı olduğunu hemen görebiliyoruz değil mi?
Hiçbir mazereti olmadan, mazeret göstermeden hayatını devam ettiren var mıdır ki?
Evet, evet; işimiz gücümüz 'yeni mazeret yine mazeret'…
Neyse… Aşağıdaki anonim 'Dört Mahalleli Kasaba' kıssasında belirtilen mazeretlerin hangisini biz daha çok yaşıyoruz; kendimizi bir test ediverelim hele:
'Küçük bir kasabanın dört ayrı mahallesi vardı. Birinci mahallede 'Evet amalar' yaşar. 'Evet amalar', ne yapılması gerektiğini bildiklerini düşünürler, yapma zamanı geldiğinde de 'Evet, ama' diye cevap verirlerdi. Cevapları hep yanlış olurdu. Suçu başkalarına atmakta da ustalardı. İkinci mahallede 'Yapacağımlar' yaşardı. Ne yapacaklarını bilirlerdi. Kendilerini yapacakları şeye adım adım hazırlarlardı ama yapacakları sırada şanslarını kaçırdıklarının farkına varırlardı. Bu mahallede insanların dizleri, dövülmekten yara bere içindeydi. Hayatı ertelememek için verdikleri kararı bile ertelerlerdi. Üçüncü mahallede yaşayan Keşkeciler'in hayatı algılama güçleri, mükemmeldi. Neyin yapılması gerektiğini daima en isabetli şekilde bilirlerdi ama her şey olup bittikten sonra... Keşkecilerin de başları kanardı hep duvarlara vurmaktan.Kasabanın en yeşil bölgesinde, en güzel evlerin olduğu mahallede ise 'İyi ki yaptımlar' otururdu. 'Keşkeciler' bu mahallede yürüyüşe çıkar, etrafa hayranlıkla bakarlardı. Yapacağımlar, keşkecilerle birlikte bu mahallede yürüyüşe çıkmak ister ama bir türlü fırsat bulamazdı.'Evet amalar', mahallenin güzelliğini görmek yerine ağaçların gölgelerinin yeterince geniş olmadığından güneşin daha erken saatte doğması gerektiğinden şikayet ederlerdi. 'İyi ki yaptım' mahallesindeki insanların kusuru da beyinlerinde mazeret üretme merkezlerinin olmayışıydı.'