Deniz Çağlar Fırat

Şule'nin katilleri ceza aldı vicdanlarımızı bir nebze de olsa sakinleştiriyoruz, Şule'nin ve diğer katledilen hiçbirinin geri dönemeyeceğini, biç bir şekilde sonsuz acıların sona ermeyeceğini bile bile…
Ama aynı gün 20 yaşındaki Ceren Özdemir'in katli haberiyle karşılaşıyoruz.
Hrant Dink'in katledilmesinin ardından eşi Rakel Hanım'ın ona vedasında yaptığı şu konuşma hiç aklımdan çıkmıyor;'Yaşı kaç olursa olsun 17 veya 27. Katil kim olursa olsun, bir zamanlar bebek olduklarını biliyorum. Bir bebekten bir katil yaratan karanlığı sorgulamadan hiçbir şey yapılamaz kardeşlerim.'
Bizim bebeklerimiz yine bizim bebeklerimizi öldürüyor, katlediyor. Üstelik de bir zamanlar aynı yastığı, aynı hayatı paylaştığı, duygu beslediği, yar bellediği kadınları katlediyor. Bu bebekleri katile dönüştüren karanlıkları hep beraber sorgulamamız gerekiyor.
İçimiz kan ağlıyor artık.
Livaneli'nin dediği gibi; 'Bu kadar cinayetten sonra şunu kabul edelim artık. Bu ülke hasta! İşin kötüsü bunu düzeltmesi beklenecek kurumlar da hasta!'
Toplum olarak sonu gelmeyen bir kabusun içindeyiz. Ve ne yazık ki bu hasta beyinlerin yaşattığı acıya sürekli katlanmak zorunda kaldığımız bir cehennemin tam da ortasındayız artık.
Bebeklerimiz bebeklerimizi katletmemeli. Karanlıkla mücadele etmek için, bu hastalıktan çıkmak için, cehennemden kurtulmak için, kadınlar yaşasın diye anneler, babalar en büyük sorumluluk sizlere düşüyor. Özgecan'lar, Şule'ler, Ceren'ler, Ayşe'ler, Leyla'lar… biziz çünkü. Bizim çocuklarımız, bizim ablalarımız, bizim annelerimiz…
Çocuklarımızın kafalarını bulandırmalarına izin vermeyin.
Onların yüreklerinde nefret, bencillik ve kin oluşmasına izin vermeyin. Sadece kendi hayatlarının değil herkesin, tüm canlıların hayatlarının kutsal olduğunu öğretin. Hatta onlara bizzat sizler örnek olun. Bu hastalıktan çıkmanın tek yolu bu çünkü.
Çocuklarınıza şiir okuyun, bitki büyütmesini sağlayın, bir hayvanla dost olmayı öğretin. Onları hapsoldukları yalnızlık duvarından çıkarın. Birinin elini tutmayı, hiç tanımadığı birinin çantasını taşımayı, otobüste sırf nezaket için bile olsa bir kadına yer vermeyi, bir kadınla yan yana geldiğinde illa aşk olmayacağını, kadın-erkek ilişkisinin de sosyal arkadaşlık olabileceğini anlatın. Cinsiyetin fizyolojik bir durum olduğunu, düşünce ya da değer açısından bir farklılık yaratmadığını söyleyin. Çocuklarınız böyle büyüsün.
Çocuklarınız aşk, sevgi ne derse onlara Nazım'ın şu dizeleri ile cevap verin;
'Seviyorum seni
ekmeği tuza banıp yer gibi
Geceleyin ateşler içinde uyanarak
ağzımı dayayıp musluğa su içer gibi
Ağır posta paketini
neyin nesi belirsiz
telaşlı, sevinçli, kuşkulu açar gibi
Seviyorum seni
denizi ilk defa uçakla geçer gibi
İstanbul'da yumuşacık kararırken ortalık
içimde kımıldayan bir şeyler gibi
Seviyorum seni
Yaşıyoruz çok şükür der gibi.'

Sevginin, aşkın yaşamak ve yaşatmak olduğunu bilsinler diye…