“Ağır bir misafiri uğurlamanın hüznü içerisinde bayram etmek” demişti bir düşünür...

Evet dostlar!

Ben de ilk duyduğumda tıpkı sizin gibi oldukça garipsemiştim bu cümleyi. “Hüzün ve bayram bir arada. Akıl kârı değil” diye düşünmüştüm.

İnsan kendisine güzel ahlakı öğreten misafiri uğurlayınca hiç bayram eder mi?

Bizi alelâde bir mahlûkat olmaktan çıkarıp eşref-i mahlûkat olabilmemiz için bizlere nice güzel öğütler veren bir misafirin gidişi bayram olarak kutlanır mı?

Sahurdan iftara kadar bizlere nefis terbiyesi ve tezkiyesi yaptıran bir misafirin arkasından bayram edilir mi?

Lütfen söyleyin dostlar! Daha çekirdek ailemizle sofrada bir araya gelemezken koca bir sülaleyi bir sofrada toplayan misafirin ardından bayram etmek de nereden çıktı?

Bize hayâsızlık ve kötülük yapmaktan alıkoyan namazı öğütleyen, kalplerimizdeki sıkıntı ve keşmekeşliği bertaraf edecek olan Kur’an’ı hatırlatan, var oluşumuzun bir nişanesi olan fıtır sadakasını bizlere tembihleyen bir misafirin ardından bayram etmek hiç yakışık alır mı?

Bu bilge adamın yüzüne bütün bu itirazları açık açık ve biraz da yüksek sesle söylediğime emin olabilirsiniz. Kısa bir süre de olsa bilge birisine karşı haklı hissetmenin anlatılmaz hazzını yaşamak bana oldukça iyi hissettirdi. Şu var ki oldukça vakur ve tok bir sesle verdiği cevap karşısında neye uğradığımı şaşırdığımı itiraf etmek durumundayım. Temiz giyimli, saçı taranmış, birkaç akı görmezden gelirsek simsiyah sakallı bu bilge adam şu cümleyle haklılığımı elimden almıştı:

“Uğurladığımız için değil ağırladığımız için bayram ediyoruz.”

Şimdi beni, tek ama ustaca bir hamle ile mat eden bu cümle üzerinde tefekkür etme vaktidir dostlar.

Zira gidişi içimize tarifsiz bir hüzün verse de, hanemizi şereflendiren bu mübarek misafiri ağırladığımız içindir bu bayram telaşı.

Gündüzleri sâim, geceleri namaz ile kâim olduğumuz içindir bu bayram telaşı.

Paslanmaya yüz tutmuş kalplerimizi Kur’an ile cilaladığımız içindir bu bayram telaşı.

Sosyal barışı temin eden fıtır sadakasını yaşadığımız içindir bu bayram telaşı.

Öyleyse dostlar!.. Bu bilge adam haklı. Son kertede hüzün ile sevinci beraberce yaşamakmış bayram.

Söylemeye dilim varmıyor ama aklı başındaki bu adamın sözleri, bir duyguyu daha aralıyor yüreğimde. Neticede tefekkür ediyoruz. Her ne kadar söylemeye dilim varmasa da söylememi gerektirecek kadar baskın bir duygu bu.

Uğurlarken sözleştik önümüzdeki sene tekrar gelecek bu misafir.

Peki ya gelir de bizi bulamazsa?

Müsaade edin daha korkuncunu söyleyeyim dostlar:

Ya gelir de bizi bıraktığı gibi bulamazsa!

Ya gelir de bizi mescitlerden el ayak çekmiş bir vaziyette bulursa!

Ya gelir de heyecanla mukabele takip ettiğimiz Kur’an’ımızı tozlanmış bulursa!

Ya bir kez daha hanemizi teşrif eder de verdiğimiz sadakalarımızı yetersiz bulursa! 

Biliyorum. Hepimiz bu korkulardan kurtulmak istiyoruz. O halde Rasulullah (s.a.v)’ın şu sözüne kulak verelim:

“Allah katında amellerin en makbulü az da olsa devamlı olanıdır” (Müslim, Müsâfirîn, 216).

Misafirimizi uğurladık diye kalplerimizi Kur’an’ın nurundan esirgersek, camideki safımızı terk edersek, dizginlerini elimize aldığımız nefsimizi başıboş bırakırsak gelecek sene güzel bir şekilde karşılayamayacağız misafirimizi. Öyleyse gelin Necip Fazıl Kısakürek’in şu nasihatini kulağımıza küpe edinelim:

“Namaz camiden çıkınca, Hac Mekke’den dönünce, Ramazan oruç bitince başlar...”

                                                                                              

 Abdurrahman Arduç 

Vaiz