Sosyolojinin babası İbn-i Haldun'a göre, toplumu ayakta tutan, bireyler arasında uyumu sağlayan, iç ve dış saldırılara karşı toplumu koruyan bir güç vardır; asabiye, toplumsal asabiye… toplumdan topluma da farklılık gösteren bu toplumsallık devamlılık gücü/harcı bedevi ve umran toplumlarında sosyo-ekonomik ve kültürel yapılar gereği farklılık gösterir.
Bu hafta Türk toplumunun 1980 öncesi ve günümüzdeki asabiyesi üzerinde duracağız.
Bir grup siyasinin 'Eski Türkiye' diye eleştirdiği 1980 öncesidönemin asabiye değerlerine göz atarak başlayalım.
İkinci Dünya Savaşı'nın dışında kalmayı başaran Türkiye ekonomik olarak zor yıllar yaşarken toplumsal alt yapı hazır olmadan çok partili rejime geçti. Yurt dışına bir kuruş borcu olmayan Türkiye Demokrat Parti kanalıyla NATO'ya girdi. Akabinde neoliberal ekonomik uygulamalara yönlendirilen Türkiye bir taraftan Cumhuriyet değerleri ile gelişmeye çalışırken diğer taraftan emperyal güçlerin yerli işbirlikçileri kanalıyla dini ve etnik olarak kamplaştırıldı. Kısa sürede hilafet yanlısı tarikatçılar, neoliberal ekonomi modelini toplum hayatına sokmak isteyen siyasiler, ağalar, iktidar partisine yakın olan işadamları aynı çatı altında toplandılar. Bu çıkarcı rant grubu Cumhuriyetin halk ve millet için kalkınma hamlesinden uzaklaşarak para ile para kazanma yoluna gittiler; tüketim, üretimin önüne geçti…
Bu yanlış yapıya rağmen Cumhuriyet ve Anadolu kültürünün insani ve üretken ruhunu yansıtan değerler toplumsal asabiyenin temel taşlarını oluşturuyordu. Esnaf; halkı kazıklamak yerine halka daha iyi hizmet vermek için karından feragat ediyor, çitçi halkı aç bırakmamak için üretmenin derdine düşüyor, öğretmenler gençleri ve çocukları kendilerine emanet edilen çok kıymetli değerler olarak görüyor, subaylar için güçlü ordu her şeyin önüne geçiyor, bilim adamları bilim tarihine bir şeyler katmanın gayreti içinde gecelerini gündüzlerine katıyor, işadamları milli menfaatler paralelinde kar etmeyi arzuluyor, sporcular uluslar arası müsabakalarda yenildikleri zaman durumu milli gurur meselesi yapıyor; büyüklere saygı/küçüklere sevgi toplumsal ortak kabulü olurken toplumsal menfaatler bireysel menfaatlerin önüne geçiyor, nezaket ve görgü kurallarına uymak esas, bilmeden konuşmak ayıp, çıkarcılık en çok utanılan haller olarak kabul ediliyor, tüketim değil, üretim baş tacı ediliyor; boş bir özgüvenle var olmaya çalışanlar değer görmeyip aksine dışlanıyor, insanlar üç kuruşluk menfaatler uğruna kişiliklerini satışa çıkarmıyor; dedikodu yapanlar ayıplanıyor; mertlik/fedakarlık takdir ediliyor, zan yerine bilgi/hissiyat yerine akıl önemseniyor, tiyatroya ve konsere gitmek, şiir ve özdeyişle mesaj yollamak, kitap okumak özendiriliyor, toplumda geleneksel müzik, spor ve halk oyunları ortak ilgi alanı olarak değer görüyordu. İşte bu değerler , anlayışlar, kabuller dönemin Türk toplumunun asabiye harcını oluşturuyordu. Bu harçla toplum dik dururken, çağdaş dünyaya bu yolla özgün bir kimlik sunuluyordu.


Peki ne oldu da bu toplumsal harcın niteliği değişti?
Orta Asya'dan Batı'ya ilerleyen Türklerin yurt edinmelerinde ve uygarlık tarihine yön vermelerinde de belirleyici olan bu harcı rasyonel bir biçimde analiz eden Batı/Emperyalizm bu harcı dağıtmanın derdine düştü ve jeopolitik yolunu bu stratejiyle belirledi: Türkler üretmemeli, güçlü bir orduya sahip olmamalı, Anadolu açık bir pazar haline getirilmeli, tüketim üretimin önüne geçmeli, okumak/sorgulamak/spor/sanat yerine tüketim yüceleştirilmeli, Türklerin birlik-beraberliği bozulmalı, eğitim sistemleri çökertilmeli, Türk toplumu etnik ve dini unsurlarla bölünmeli, Türkler milli kimlik ve cumhuriyet değerlerinden uzaklaştırılmalıydı… Bunun için bazı sağ tandanslı (milli hassasiyeti olanlar hariç) hükümetler, tarikat ve etnik gruplar, terör örgütleri emperyalizm tarafından bu strateji doğrultusunda yerli işbirlikçiler olarak seçildi.
Ve bugüne geldik; yozlaşmış bir asabiyeyle…
Ne yazık ki esnaf şahsi menfaatini düşünerek halkı kazıklamaktan utanmıyor, ayçiçeği yağlarına zam gelecek diye yağ stoklamasına gidiyor; zanaatkar çok basit işler için astronomik ücretlendirme yapmaktan çekinmiyor; çiftçi mili üretim için örgütlenmek yerine siyasi partisinin ne pahasına olursa olsun iktidarda kalması yolunda milli tarımı çökertmeye yönelik siyasi çalışmalarına sessiz kalıyor; öğretmenler çocukları ve gençleri kutsal emanetler olarak görmedikleri gibi bir an önce ders saatlerini tamamlayıp sosyal medya seyahatlerine çıkmak istiyor; asker kışlaya dini bulaştırarak 5000 yıllık Türk ordusunun genetik kodlarıyla oynama hainliğini yapıyor, cüppeli/sarıklı generaller komutan olarak değil imam gibi yaşamaya çalışıyor; bilim adamları dünya üniversiteleri arasında en az bilimsel yayına sahip olmaları ile dikkat çekiyor; uluslar arası spor müsabakalarında her geçen yıl madalya sayınız azalırken, başarılı olan sporcularımızın adı sanı bilinmiyor, spor denilince akla sadece futbol geliyor, futbol kültürü de fanatik kültürün dışına çıkamıyor; tecrübeye/büyüğe saygı sahte bir özgüven anlayışıyla küçümseniyor, küçüklere sevgi göstermek ise vakit kaybı; bireysel menfaatler her şeyin önünde kabul edilirken, toplumu düşünmek nostalji olarak niteleniyor; , nezaket ve görgü kuralları gericilik olarak adlandırılıyor; 'tükettikçe güçlüyüm, ne kadar çok tüketirsem toplumda o kadar değerliyim, üretim zahmetine niçin gireyim ki…' anlayışı modern birey kimliği olarak tanımlanıyor; birlik-beraberlik yerine başkalarının hatalarına odaklanmak temel alınıyor, birey bu yolla kendi eksikliklerinin kamufle edileceğine inanıyor, bu yolda en iyi silahın dedikodu olduğu ortak kabuller arasında; mertlik/fedakarlık gibi erdemler aptallık olarak dillendirilirken, kurnazlık, bencillik karizmatik özellikler olarak benimseniyor; savaş ve barış gerçeği bilinmeden sözde 'savaşa hayır' kampanyalarıyla savunma kültürü dejenere ediliyor; okuma ve sorgulama yerine izleme öncelleniyor; küreselleşme hezeyanı içinde milli değerlerle dalga geçiliyor; tarikatlar kanalıyla insanlar inanç yollarında birbirini kafir ilan ediyor; etnik gruplar emperyalizmin kışkırtmasıyla ulus devleti parçalamak istiyor…


Evet, son paragraftaki söylemlerin toplamdır mevcut toplumsal asabiyemizi oluşturan özellikler; işte bu asabiye sebebiyle;
Siyasiler bizleri kandırıyor,
Dış mihraklar ekonomimizle kedinin fareyle oynadığı gibi oynuyor,
Buğdaydan ete, kağıttan enerjiye dışa bağımlıyız,
İşsizlik oranı her geçen gün artıyor,
Beslenme verileri aleyhimize,
Cehalet virüs gibi yayılıyor,
Kadın cinayetleri yükselişte,
Toplumsal paranoya ilerliyor,
Üretim çıtası her geçen gün düşüyor,
Yurttaş değil; tüketiciyiz,
Genç nesiller bencil ve cahil yetişiyor,
Ülkemizin jeopolitik avantajları atlanıyor,
Uluslar arası itibarda geriliyoruz,
Yıllık gelirimiz düşüyor,
Uluslar arası borçlarımız artıyor,
Beslenmeden okumaya sınıfta kalıyoruz…
Hulasa sevgili okurlar asabiyemiz de asabımız da bozulmuş vaziyette…