Eskiye nazaran çocukların yetişme tarzları ve yaşam biçimleri oldukça farklı. Malum gün geçtikçe, kültürlerimizi, değerlerimizi yitiriyor. Yerine tanımadığımız, bilmediğimiz yaşam biçimlerini ve geride bıraktığı büyük sorunları yaşantımıza dâhil ediyoruz. Bugün insanların büyük güven problemleri yaşadığı ve çocuklarını güvenle sokağa, okullarına gönderemedikleri büyük bir gerçek.

Çocukların tamamen sanal dünyada yaşadığı, toplumdan ve insanlardan uzak olduğu bir dönem içerisinde bu etkenler çocukların gelişimini büyük yönde etkilemektedir.

Toplum olarak, sanal dünya ve televizyon deryası içerisinde savrulup gidiyoruz. İşin temel izahatı ancak bu yönde yapılabilir.

Oysaki bizim çocukluk dönemlerimizde, hele de bizlerden önceki kuşakların çocukluk dönemlerinde yaşadıklarımız oldukça farklı…

Sokaklarda güvenli bir şekilde, misket oynadığımız, top koşturduğumuz, kuru ekmek yanında bir salatalık ya da domates takviyesiyle beslenme ihtiyacını giderdiğimiz o neşeli ve eğlenceli günler…

Sanırım eski kuşağın çocukluğuyla, yeni kuşağın çocukluğunu bir arada yaşayanlar bizim dönemimizdeki gençler olmalı…
Netice olarak, her farklı yaşam biçimine göre de çocukluk ayrı ayrı lezzetlerde. Esas önemli olan ailelerin ne tür bir bilinç ve düşünce içerisinde çocuklarını yetiştiriyor olmalarıdır. Büyümek istemiyorum ben nedense, ama hala büyüyorum. Gururum bendende hızlı büyüyor.
 

Oysa ben küçücük bir çocuk kalmak istiyorum. Say ki çocukluğumu yaşayamadım say ki birçok nedenden dolayı çocuk kalmak istiyorum. Ama istiyorum işte çocuk kalmayı. Apartmanlar arasında büyümedim ben. Dar sokaklar dar caddeler betondan ağaçlar arasında koşmadım ben..

 Öyle şimdiki çocukların oyuncakları gibi oyuncaklarımda olmadı benim.

Hele benim bir arkadaşlarım vardı ki sormayın. Yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmezdi. Bir elimiz de yufka ekmek içerisinde acı çökelek bir elimizde bahçe salatalığı… Sahi siz hiç yufka ekmek arası çökelek ve köy bahçesi salatalığı yediniz mi hiç. Ya Ali dayının bahçesinden ödünç aldığımız kıpkırmızı domatesten yediniz mi? Ahmet’le Mehmet’le Ali ile Hasan ile hiç oyunlar oynadınız mı hiç. Hırsız polis oyunu. Hiç gerçek dostluğu yaşadınız mı hiç

Şimdi deseler ki; “Yeniden çocuk olmak ister misin” diye…

—    Kim istemez ki… Derdim.

Zamanı geri almak mümkün olsa, o eski dertsiz tasasız çocukluk günlerimize dönsek, annemizin babamızın güvenli kollarına bıraksak kendimizi. Tek kavgamız; kardeşimizle “en çok beni seviyorlar”, “hayır beni” olsa. Öyle kızsak ki; parmaklarımızı uzatıp “boz” diye trip atsak.

Şimdi tüm servetimizi versek de geriye alamayacağımız tek şey zaman… Akıp giden durduramadığımız… Zaman makinesi yapsak ve geçmişe gitsek diye hayaller kurduğumuz, uğruna filimler çevrilen o keşke duygusu…

Neden geçmişe duyulan bu özlem... Geçmişimizi istediğimiz gibi dolu dolu yaşayamadığımız için mi? Yoksa günümüz şartlarının üzerimize yüklediği ağırlığın yükümü, çocukluğumuzun o tasasız zamanlarına dönmek isteyişimiz.

Oturduğum yerde şöyle bir gözlerimi kapattım. Çocukluk anılarımı düşündüm. En büyük servet ailem… Bunu şimdi daha iyi anlıyorum. Annem, babam kardeşim, akrabalarım… Kuşak çatışması yaşadığımız gençlik yıllarımızda hep derlerdi ya; “anne baba olunca anlayacaksınız bizi” diye… Gerçekten de öyleymiş. Bunun adı olgunluk mu yoksa büyümek mi bilmiyorum. Ama büyümeyi, olgunlaşmayı sevsem de çocukluk yıllarımı çok özlüyorum.

 İçinizdeki çocuğu öldürmeden olgunlaşmanız dileğiyle…