Vicdanlar Rahat mı?
Asgari ücret tartışmalarının giderek alevlendiği şu günlerde TÜİK'in verilerinin önemi de giderek artıyor. Çünkü asgari ücret belirlenirken en önemli parametre TÜİK'in enflasyon verileri olacak. Yani milyonlarca asgari ücretlinin alın terinin karşılığını TÜİK belirleyecek. Vicdani sorumluluğu ne kadar yüksek bir görev öyle değil mi? Mesela düşünün: TÜİK'te görevlisiniz, piyasada enflasyon araştırmaları yapıyorsunuz. Piyasada her şey ateş pahası. Ama size yukarıdan talimat geliyor ve deniyor ki; enflasyonu düşük çıkarmak için her şeyi yapacaksın, gerekirse enflasyonu pinpon topu üzerinden hesaplayacaksın ve enflasyonu düşük çıkaracaksın. Bu söylenenleri yapıp %50 olan enflasyonu %20 çıkarırsanız vicdanınız rahat eder mi? Gece rahat uyuyabilir misiniz? Sizin sunduğunuz enflasyon raporu sadece asgari ücreti değil, tüm çalışanların maaşlarını etkiliyor. Yani herkesin emeğini çalmış olacaksınız. Zaten 3 kuruş kazanan insanlar siz işinizi dürüstçe yapmadığınız için 2 kuruş kazanıyor olacak. Gerçekten içinde biraz insanlık olanın kaldıramayacağı bir durum.
Şimdi sizinle TÜİK'in kendi sitesinden aldığım resmi görev tanımını paylaşmak istiyorum:
''Türkiye İstatistik Kurumu'nun (TÜİK) temel görevi, ülkenin ihtiyaç duyduğu alanlarda, veri ve bilgilerin, derlenmesini, gerekli istatistiklerin üretilmesini, yayımlanmasını ve dağıtımını yapmaktır.
TÜİK bireylerden, hanelerden, işyerlerinden araştırmalar ve sayımlar yoluyla veri toplar. Topladığı verileri analiz eder ve istatistiki bilgi haline dönüştürür. Bu istatistiki bilgiler, toplumun her kesiminde karar alma aşamalarında güvenilir yol göstericilerdir.''
''Güvenilir'' ifadesine dikkatinizi çekiyorum. Böylesine kritik bir kurumun paylaştığı veriler görev tanımında olduğu gibi güvenilir olmalı. Ama TÜİK'in paylaştığı verilere hala inanan veya güvenen kaldı mı gerçekten? Toplum her markete gittiğinde zamlar karşısında şok olurken, geçen seneye göre fiyatlar en az ikiye katlanmışken enflasyonu hiç utanıp sıkılmadan %20 olarak açıklayan bir kuruma kim güvenir ki? TÜİK artık toplum gözünde tüm itibar ve güvenilirliğini kaybetmiş durumda. Artık insanlar enflasyonu TÜİK'ten değil, bir grup gönüllü akademisyenin oluşturduğu ENAG (Enflasyon Araştırma Grubu) verileriyle takip ediyor. Mesela geçen hafta yıllık enflasyonu TÜİK %21,31 , ENAG %58.65 olarak açıkladı. Hangisinin daha doğru olduğunu anlamak zor değil.

TÜİK'in görevinin ne kadar hassas olduğu ortada. Göz göre göre milyonlarca insanın hakkını yediği de ortada. Bu durumlar üzerine geçtiğimiz hafta CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu TÜİK'i ziyaret etmek istedi. Ama randevu verilmedi. Bunun üzerine Kılıçdaroğlu TÜİK'e gitti ama içeri alınmadı. Oysa ki TÜİK kendi internet sitesinde isteyen herkesin TÜİK merkezine gelerek incelemeler yapabileceğini belirtiyordu. Zaten olması gereken de budur. Vatandaşın cebine giren parayı belirleyen kuruma vatandaş gidip incelemeler yapabilmeli, sorular sorabilmelidir. Eğer bu kurumun da gizleyecek, saklayacak veya utanacak bir şeyi yoksa gönül rahatlığıyla açıp tüm verileri paylaşmalıdır. Ama gizlenecek ve utanılacak şeyler var ki TÜİK kapılarını ana muhalefet liderine açamıyor. Enflasyon verilerinin doğru olmadığının bir başka ispatı da budur işte. Bu aynı zamanda büyük bir nezaketsizlik örneğidir. En az %25 oy oranı bulunan ana muhalefet partisi kapıya kadar gelmişken kapıdan çevirmek devlet geleneklerimiz ve siyasi nezaket, hatta meslek ahlakı ve dürüstlük açısından hiç yakışık almadı. Bu olayın ardından TÜİK'ten gelen verilere itibar edilemeyeceğini daha iyi anlamış olduk.

TCMB'den Piyasaya Tehlikeli Müdahale
Merkez Bankası düzenli olarak yaptığı faiz indirimleriyle ekonomiyi tamamen raydan çıkarttı. Şimdi de alev alan döviz kuruna benzin dökerek müdahale ediyorlar. Geçtiğimiz hafta döviz satış yoluyla bir müdahale oldu ve dolarda yarım saatlik bir düşüş oldu. Ama piyasada TL'den umut kesildiği için dolara aşırı talep var ve bu talep sebebiyle dolar hemen eski seviyesine geri geldi. Ardından Cuma günü dolar 14'e yaklaşınca aynı müdahale tekrar etti ve yine aynı sonuç alındı. Burada görüyoruz ki dolarizasyon had safhaya ulaşmış. Bu durum zaten yeterince kötü. Ama burada daha büyük bir sıkıntı göze çarpıyor. Merkez Bankası'nın kendi sitesinde de görülebileceği üzere net dolar rezervleri ekside. Yani MB'nin kendine ait doları olmadığı gibi aynı zamanda borçlu da. Peki bu müdahale amacıyla piyasaya pompalanan dolarlar kime ait? Ya başka bir ülkeden Swap (belli süreyle sınırlı takas) yöntemiyle geri verilmek üzere alınan para ya da vatandaşın bankadaki döviz mevduatının MB'ye yatırılması gereken zorunlu karşılığı. Yani merkez bankası başkasının parasını piyasaya saçıyor. Uluslararası finans kuruluşları da bu durumu görüyor tabii. Birçok uluslararası makalede bu durumun tehlikesi belirtildi. Böyle mantık dışı bir müdahale yapılması Merkez Bankası'nın kontrolü tamamen kaybettiği izlenimi vererek TL'nin daha çok değer kaybetmesine sebep oluyor. Yani kaş yapayım derken göz çıkartılıyor.

Türk Dünyası'nın AK Sakalı Binali Yıldırım
Geçtiğimiz haftalarda Binali Yıldırım Türk dünyasının ak sakalı ilan edilmişti. Ak sakallılar eski Türk devletlerinde devletin bağımsızlığını korumak için hükümdar ve vezirlere danışmanlık yapmak ve devletin Türk devlet geleneklerine uygun şekilde yönetildiğini denetlemek üzere görev yaparlardı. Yani bu ihtiyarlar hem danışma meclisi hem de denetleme işlevi görürlerdi. Hükümdarın yoldan çıktığı zaman hükümdarı hizaya getirir veya görevden alınmasını sağlarlardı. Merak edenler Teoman ve oğlu Metehan arasında geçenleri inceleyebilir. Bir de yeni ak sakallımıza bakalım şimdi. Son günlerde yaptığı iki açıklama çok dikkat çekti. Birincisi; ''Rusya ve Çin, Türk Devletleri Teşkilatı'nın doğal üyesidir'' dedi. Tarihsel süreçte Türklerin bağımsızlığına en büyük tehlikeleri oluşturan bu iki devlet nasıl olur da bu teşkilatın doğal üyesi olabiliyor akıl alır gibi değil gerçekten. Bir diğer skandal açıklaması ise; ''AKP ve Türkiye'nin kaderi beraberdir'' şeklinde oldu. Toplumun sadece bir kesimini temsil eden bir siyasi parti ile koskoca Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kaderi nasıl beraber olabilir? Türkiye bir parti devleti değildir. Siyasi partiler gelir geçer, hükümetler gelir geçer ama devlet kalır. Hun devletinin ak sakallıları bunları gördükçe mezarlarında ters dönüyordur herhalde.

Metin Feyzioğlu Seçimi Kaybetti
Geçtiğimiz Pazar günü Türkiye Barolar Birliği 36. Olağan genel kurulu gerçekleştirildi ve Cumhur ittifakının desteklediği Metin Feyzioğlu seçimi kaybederek başkanlığı Erinç Sağkan'a devretti. Yıllar önce Başbakan Erdoğan'a yaptığı muhalif çıkışla halk arasında tanınan ama daha sonraki süreçte tam bir AKP'li gibi davranan Metin Feyzioğlu'nun seçim kaybetmesi Türkiye'de önümüzdeki dönem siyasetin nasıl şekilleneceğinin bir habercisi. Cumartesi günü CHP'nin Mersin'de düzenlediği ve muhteşem bir katılım ve coşkunun yaşandığı 'Milletin Sesi' mitinginin ardından Pazar günü de Metin Feyzioğlu'nun seçimi kaybetmesi, ''Geliyor Gelmekte Olan'' sloganının ne kadar doğru olduğunu bizlere gösteriyor.

Kitap Tavsiyesi: Demokratik Özgürlükçü İslam (İhsan Eliaçık)
Haftanın Sözü: Hiç kimse derisinin rengi, geçmişi ya da dini yüzünden bir diğerinden nefret ederek doğmaz. Nefret insanlara öğretilir ve eğer nefret öğretilebiliyorsa sevgi de öğretilebilir. (Nelson Mandela)