Bilgi çağındayız, teknolojinin dünya sınırlarını aştığı, iletişimin ve etkileşimin sürekli büyüdüğü, hatta krizlerin bile globalleştiği bir bilgi çağı. Dünya üzerinde yapılan tüm teknolojik gelişmeler, tüm araştırmalar hep insan için. Her atılan adım insan odaklı. Her şey insan için ve onun daha iyi yaşaması için..

Evet, insan..
İnsan hakları ile insandır. Haklarını bilip, kullanabildiğinde ve başkasının da kendisi gibi haklarının olduğunu kavrayabildiğinde insandır. Kendinden farklı olana tahammül edebilmeyi öğrenip, dünyayı, ülkesini, kentini dili, dini farklı insanlarla paylaşmayı becerebildiğinde insandır. Toplum o zaman gelişmiş toplum, demokrasi o zaman demokrasi olur.

Peki, insan hakları nasıl oluşur, nasıl öğrenilir, nasıl kazanılır? Ya da insana, zaten hakkı olan hakkını kim verir? İnsan haklarının yerine oturamadığı bir yerde demokrasiden söz etmek mümkün müdür? Sayısız cinayet faili meçhul kalırken, cezaevlerinde işkenceden ölümler yaşanırken, Ergenekon örneği gizli örgütlenmeler ülkede cirit atarken, toplumda farklı inanca mensup insanlar ayrık otu gibi kalırken insan haklarını kim kime, nasıl verecek? Memur, emekli, işçi, esnaf, tüccar, öğrenci.. Hepsi, farklı ifadelerle de olsa bu ülkede sıkıntılarını dile getirip haklarını istiyorlar, hem de yıllardır..

Ayrım gözetmeden her yurttaşın iş, eğitim, sağlık gibi sosyal ve ekonomik tüm haklarını geliştirecek olan öncelikle siyaset ve adalet kurumlarıdır. Bu kurumlarca yapılacak yasal düzenlemeler gerçekleşmediği sürece, insanlar hak aramanın yolunu farklı biçimlerde deneyecektir, denemiştir. Türkiye bunun örnekleri ile doludur. Bugün ülkemizde yaşanan sosyo ekonomik sorunların nedenleri değerlendirilirken Türkiye'deki insan hakları uygulamalarını ve reel deki işleyişini de göz ardı etmemek gerek..

İşin ekonomik boyutu da bir o kadar vahim. Dünya'da yaşanan krizin dalgaları geldi geliyor derken sonunda Türkiye'ye ulaştı. Sektörler zor durumda. Üretim azaldı, işsiz sayısı giderek artıyor. Yerelde de durum pek farklı değil. Yalova'nın umut bağladığı tersane yatırımcıları bile sıkıntılarını gizlemiyor. Bir ya da iki sene sürmesi beklenen krizin en fazla vatandaşı vuracağı, vurduğu kesin.

Tam da seçim üstü..

partiler oy oranlarını artırmak için ya kendi tabanları dışında kalan kesimlere yönelirler, ya da fazla müşfik, yardımsever olurlar. Yerelde ve genelde iktidar olan seçilmişler işsizliğe, açlığa kalıcı çözüm bulmak yerine yardımlarını sular seller gibi akıtır, fakir fukaranın gönlünü hoş ederler. Bugün değil geçmişte de çok gördük Belediye kasasından trilyonluk ekmek dağıtıldığını. Kömür yardımlarının nasıl satılıp parasının kırışıldığını.Çadırların satıldığını, bedava kömürleri alıp parayla satanlar vatandaşlar da değildi. Yardımı dağıtanlardı. Bugün yapılan kömür yardımını eleştirenlerdi. Çünkü onlar o yöntemin nasıl yapıldığını iyi bilirler. 6Şubat'da büyük  deprem döneminde gelen yardımların akıbetini ise hatırlamak bile istemiyoruz.

Sözün özü; İnsan hakları ile ilgili sorunların yaşandığı ortamlarda ya da ülkelerde demokrasi sıkıntıda demektir. Dar demokrasilerde ise siyasal, sosyal ve ekonomik çöküntünün yaşanması kaçınılmazdır.

Tablo çok açık ve net.. İhtiyacımız olan şey de belli.. Cesaret ve Öngörü..

Siyasi erk, vatandaşının daha iyi yaşam sürmesini, ülke insanın barış içinde, huzurlu ve kalkınmış bir geleceğe sahip olmasını istiyorsa, insanlara önce haklarını teslim edecek. Başlangıçta tepki toplayabilir, belki de oylarını kaybedebilirler. Ama bu cesur kararların sonunda kazanan Türkiye olur. Demokratikleşmenin, şeffaflaşmanın, büyümenin yolu cesaretle atılacak adımlarla  mümkündür.