Hüseyin Turhan
Birkaç ay önceydi… Hasan Küpeli ağabeyim bir sohbetimizde: 'Eskişehir'de Doç. Dr. Selami Doğan Bey var. Kalp cerrahı. Tanıyor musun? Hastalarını ameliyat ettikten sonra çok kısa sürede taburcu ederek evine gönderiyor. Bir ya da iki gün sonra da normal iş hayatlarına devam ediyorlar. Oysaki normalde kalp ameliyatlarında insanlar günlerce işinden ve yaşantısından uzak kalıyorlar. Tanışmanı isterim. İstersen randevu alayım görüşün…' dedi.Aradan biraz zaman geçtikten sonra hocayla görüştüğünü ve bizimle tanışmak istediğini haber verdi. Bir süre sonra görev yaptığı Ümit Hastanesinin yolunu tuttuk.
Giderken de ileride meslektaşı olacak Koç Üniversitesi Tıp Fakültesinde okuyan oğlum Emre'yi de yanıma alarak Ümit Hastanesine vardık. Kış mevsiminin dondurucu soğuğuna inat, Selami hocanın başarılarla dolu yaşam öyküsünü dinledikçe içimiz ısındı.
Başarılı bir cerrahı tanıdıkça 'Beni Türk hekimlerine emanet edin' diyen Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün veciz sözü düştü zihnime.
İçimizde ne kıymetli vatan evlatları varmış da çoğumuzun haberi yokmuş diye de düşünmedim değil.
Emre'yle birlikte Selami Bey'in odasından içeri girdiğimizde, ön tarafı ana caddeye bakan, ferah ve orta büyüklükte bir muayene odasının içinde bulduk kendimizi.
İlk dikkatimi çeken, oturduğu masanın arka duvarında asılı; diploma, sertifika, ödül, belge ve benzerleri idi. O kadar sayıları fazlaydı ki neredeyse duvarı baştanbaşa kaplamıştı.
Sekreter hanımın söylediği çayları bir yandan yudumlarken diğer yandan Doğan ailesinin en büyük evladı olan Selami Doğan'ın 6 yaşında, Eskişehir Çifteler Arslanlı Köyünden Almanya'ya göç eden ailesinin yaşam öyküsünü dinlemeye başladık.
Dinledikçe heyecanlandık, çünkü işçi bir babanın evladı olarak eğitim hayatında elde ettiği üstün başarılarla Türk gençlerine 'rol model' olabilecek bir yaşam hikayesi ile karşılaştık.
Öyle ki, Anadolu'dan kalkıp Almanya'da göç eden işçi bir babanın evladı olarak koronavirüs aşısını bulan Prof. Dr. Uğur Şahin gibi.
Sene 1973. Henüz altı yaşında körpe bir çocuktur. Arslanlı Köyünden Hacı Ali Doğan ailesinin geleceğini düşünerek göç eder Almanya'ya…
Gurbette şartlar ağır yaşam zordur. Üç çocuğunu büyütüp meslek sahibi yapmak önceliğidir. Diğer işçiler gibi çok para kazanıp memleketinde ev, arsa almaktansa kazancını çocuklarının geleceğine harcamayı yeğledi.
Selami Beyin anlattığına bakarsak baba öyle bir baba ki ileri görüşlü ve sanatkardır. Hacı Ali Doğan'ın elinden her iş gelir. Köyünde o zamanlar tarım aletlerinin arızalarını giderir, kaynaklarını yapar ve gün gelir köyün tamircisi gün gelir marangozu olur diye bahseder Hasan Küpeli.
Ancak şartlar daha fazla Türkiye'de kalmasına yeterli olmadığından tutar Almanya yolunu. Kader işte….
Almanya'ya gider ama çocuklarını verdiği Alman Okullarında yakından takip eder. Gider derslerini, durumlarını sorup araştırır. 'Saldım çayıra, mevlam kayıra' düşüncesiyle hareket etmez hiçbir zaman.
Bunda da başarılı olur. 3 evladını da yaban ellerinde okutup meslek sahibi yapmak her babayiğidin harcı değil.
Yıllar sonra Selami Köln Tıp Fakültesini bitirir ve doktor olur. Ardından Frankfurta giderek ihtisasını tamamlayıp başarılı bir Cerrahtır artık. Diğer kardeşleri de başarılıdır. Ortanca kardeşi reklamcı, en küçükleri ise hukukçu olur.
Sohbet anında kardeşleri ile geçen günlerini anlattıkça gözleri doluyor, sanki zaman tünelinde o günleri tekrar yaşıyormuş gibi duygular yaşar. Gözlerini bizim üzerimizden alıp odasının penceresinden dışarıya doğru çevirdiğinde yaşadığı günler film şeridi gibi gözünün önünden akıp gitmeye başlamış olacak ki duyguları ses tonuna yansır: 'Hüseyin Bey! Babam ilkokul mezunu. Bayer İlaç firmasında tam 25 yıl çalıştı ve emekli oldu. Bizlere çok emekler verdi. Babam benim doktor olmamda en önemli etkendir. İlk, orta ve liseyi Almanya'da okudum. Almanya'da eğitim sistemi şöyle. Öğretmenler liseden sonra öğrencilerin hangi mesleği seçeceğine karar veriyorlar. Benim için de öğretmenim, Lise son sınıfta istediğim ve hak ettiğim bölümden daha farklı bir okul önerisinde bulundu. Oysaki ben çok başarılı bir öğrenciydim. Notlarım yüksekti. Akademik kariyer yapmak istiyordum. Ama Türk olduğumuzdan mı bilemedim öğretmenler farklı düşünüyorlardı. Eve gelip babama durumu anlattım. Ertesi gün babam okula gelip öğretmenlerle ve idarecilerle görüştü. Benim ders notlarımın yüksek olduğunu ve daha iyisini hak ettiğimi, doktor olmamı istediğini söyledi. Babamın verdiği mücadele sonunda haklı olduğumuz ortaya çıktı. İstediğim Köln Tıp Fakültesine kayıt oldum. Bunu hiç unutamam. Eğer babam o mücadeleyi vermeseydi bugün burada olamazdım. Fakültede de çok başarılı öğrenciydim. Çok ders çalışıyordum. Öyle ki aynı sınıfta bir Alman öğrenci 1 saat çalışıyorsa ben 2 saat çalışarak Tıp Fakültesini bitirdim. İngilizceyi Almancayı Almanlardan daha iyi konuşacak seviyeye geldim.'
Köln Üniversitesi'ni duyunca koronavirüs aşını bulan aynı üniversite mezunu Prof. Dr. Uğur Şahin ile tanışıklığınız var mı? diye sordum.
Aynı fakültede okuduklarını ve Uğur hocanın kendisinden üç sınıf önde olduğunu sözlerine ekledi. Ancak o dönemlerden beri okuduğu bazı yabancı makalelerde bir Türk olunca Uğur Şahin'i tanıdığını belirtti.
Söz Uğur Şahin'e gelince 'Almanya'da bir Türk bilim insanının başarılı olabilmesi beraberinde zorluklar getiriyor mu?' diye sordum.
İçinden derin bir nefes çekerek, öfkeli insanın bakışları belirdi yüzünde. İçinde kabaran öfke ses tonuna da yansımıştı: '35 Yıl Almanya'da kaldım. Kim ne derse desin Almanlar ırkçı bir millet Hüseyin Bey. Yıllar geçse de bu asla değişmez. Türklere karşı bakış açıları hep olumsuz. Şöyle düşünüyorlar. Bu Türkler 5 ya da 10 yıl çalışır ülkelerine geri dönerler. Diğer milletlerden herkesi kendilerine entegre ettiler. Ancak bizleri asla... Çünkü doku uyuşmazlığımız var onlarla aramızda. Biz Müslüman bir milletiz. Bizi hep ikinci sınıf vatandaş olarak görürler. Kendi dinlerinden olan milletlere davrandıkları gibi bizlere davranmıyorlar. Bakın ben akademik kariyerimi bırakarak ülkeme geldim. Almanya'da 60 Kalp merkezi var. Bunlardan 30'u kilisenin kontrolünde. Eğer bu merkezlere bölüm başkanı olacaksanız atamanızı kilise onaylıyor. Bir sağlık merkezine başkan olmak için dosya sundum. Aradıkları özelliklerin fazlası vardı bende. Almanya'da o döneme kadar 3 bin hastayı kalp ameliyatı yaptım. Bu inanılmaz bir rakam. Dosyamı inceleyip bana bir mail attılar. Senin dinin nedir? Diye… Oysaki ben bir hekimim, bir cerrahım. Hastanın dini/ dili/ rengi beni hiç ilgilendirmez. Ameliyat eder sağlığına kavuştururum. Ancak orası öyle değil. Irkçı yaklaşımlar maalesef bilimin önüne geçiyor. İşte kariyerimi düşünerek 2008 yılında ülkeme döndüm. Kısa süre İstanbul'da görev yaptım. Oradan memleketim Eskişehir'e geldim. Şimdi kendi topraklarımda kendi vatanımda kendi hemşerilerime hizmet veriyorum. Akrabalarımı ameliyat yapıyorum. Benim tekniğimle (Kalbi hiç bir pompaya bağlamadan mevcut halinde) hasta birkaç gün içinde bypass ameliyatı sonrasında normal hayatına geri dönüyor. Ancak diğer yöntemlerde hastalar aylarca evlerinden çıkamıyorlar.' Dedi.
Selami Beyin ses tonundan çok sözlerinin anlamı derindi. Bizzat yaşadığı gerçekler Almanların Türklere bakış açısını ve gerçek yüzünü göstermesi açısından…
Sohbet koyulaştıkça laf lafı açtı. Babası Hacı Ali Doğan'ı çok andı. Bugün varlığını muhtaç olduğu babasının öğütlerini hiç unutmadan kariyerine devam ediyor Selami hoca.
Şu cümlelerini aklından hiç çıkarmıyor. İyi bir hekim olabileceğini ama iyi bir insan olması yönündeki tavsiyelerini: 'Oğlum… Hep önüne bak. Milletin işiyle uğraşma. Dürüst ol. Hak yeme. Karşına gelen her hastaya annen ve baban gözüyle bak. Biz sana emek verdik, eğittik, ekmeğini kazandın. İnsanlara faydalı ol hep…'
Toplumsal değerlerin erozyona uğradığı dünyamızda, bir babanın evladına öğütlediği erdemli, dürüst, çalışkan, vatansever, geleneklerine bağlı bir birey olması her şeyin üzerinde! Baba yüreği işte…
Selami Bey, Almanya'da tıp fakültesinden sonra akademik kariyerine hiç ara vermeden devam etti. İki yıl Amerika'da kaldı. Hep çalıştı. Çalıştığının da karşılığını aldı hayattan. Yıllar sonra emek verdiği hayallerine kavuşup uzman cerrah olduğunda ameliyat ettiği kalpleri fethetmeyi başardı.
Birbirinden başarılı kalp ameliyatlarında uyguladığı kalbi hiçbir pompaya bağlamadan mevcut haliyle bypass ameliyatı yapması onu diğer meslektaşlarından farklı kılan en önemli özelliği oldu.
Bu şekilde yaptığı binlerce kalp ameliyatı…
Bu anları anlatırken adeta o günleri tekrar yaşıyordu. Konuşurken yaşadıkları ve de gördükleri zihninde öylesine yer etmiş olacak ki ara sıra derinlere daldığını hissettim.
Sohbetimizin sonlarına doğru 'Neden Türkiye'ye döndünüz?' diye sorunca tuhaf ve acı bir tebessümle başını sallayıp yumuşak ve naif bir ses tonuyla: 'Kariyerimin zirvesindeyim. Farklı tekniklerle, kalbi hiç durdurmadan bypass ameliyatı yapıyorum. Hastalar hem yoğun bakım ortamında hem de hastane ortamında fazla kalmadan taburcu oluyorlar ve normal yaşamlarına kısa sürede dönüyorlar. Bunu herkes görüyordu Almanya'da. Türk olmam nedeniyle akademik kariyerimde endişeler duymaya başladım. Kalp cerrahisinin özel şartları beni zorlamaya başladı. Bir de ikinci sınıf vatandaşlık muamelesi nedeniyle ayrılmam gerektiğini düşündüm. 2007 yılında doçent oldum. Kongrelerde Almanya'ya gelen Türk cerrahı meslektaşlarımla görüşüyordum. Prof. Dr. Birgün Sönmez, Doç. Dr. Haldun Karagöz gibi kıymetli hocalarla... Bana ülkeme dönmek için ilham verdiler. Ve döndüm. İstanbul'da 2 ay onlarla birlikte ameliyatlara girerek onları izledim. Kalp cerrahisinde Almanya'dan geri olmadığımızı fark ettim. Sonrasında 2008 yılında Eskişehir'e gelerek güzel memleketimde çalışmaya başladım.'
Yaptığımız araştırmalarda Almanya'da aldığı eğitim ve geliştirdiği özel tekniği Eskişehir'de ve ülkemizde uygulayan cerrahların sayısı bir elin parmaklarını geçmediğini gördük.
Bunca meslek yaşamınızda birçok anınız vardır ama ilk aklınıza geleni bizimle paylaşabilir misiniz? diye sordum.
Birkaç saniye düşündükten sonra o kadar çok ki hangi birisini anlatayım der gibi yüzüne yayılan tebessümle: 'Bir gün hastanede çalışırken halkla ilişkiler bölümünde görevli bir arkadaş yanıma gelerek size bir şey söylemek istiyorum hocam. Sizden önce kalp ameliyatı olacak hastalar tüm yakınlarını hastaneye çağırarak çok riskli bir operasyona girer gibi helalleşip öyle ameliyata giriyorlardı. Ama siz geldiniz artık böyle olmuyor. Hasta yakınlarının çoğu hastaneye gelmiyorlar bile…'
Aslında sohbetimizin bir özetiydi bu cümleler…
Doç. Dr. Selami Doğan 2014 yılından itibaren halen Eskişehir Ümit Hastanesinde çalışıyor. Ayda ortalama 40 hastayı ameliyat ederek sağlığına kavuşturuyor.
Bir ara 'Hocam! İnsanların size gelmemesi için, yani bir kalp hastası olmamaları için ne gibi tavsiyeleriniz olur okuyucularımıza?' diye sorunca bam teline basmış gibi oldu. İşte bu soruyu bekliyordum der gibi tebessümle şu cümleler döküldü dudaklarından: 'Ameliyat ettiğim hastaların ortalama yaş aralığı 65-80 arası. Yetişkin kalp cerrahı olarak tecrübelerime dayanarak belirtmek isterim ki sigara ve alkolden uzak dursunlar. Kalbin ve damarların en büyük düşmanı bunlar. Ayrıca kilo almasınlar, Hareketli bir yaşamları olsun. Fazla karbonhidrat almasınlar. Spor yapsınlar. Sürekli yürüyüş yapabilirler. Ben evimden hastaneye her gün yürüyerek 45 dakikada geliyorum. Yazın bisiklet kullanıyorum. Bunu yapabilirler….'
Evet, gördüğüm ve şahit olduğum kadarıyla söylemeliyim ki Sayın Doğan, yetişme tarzına bağlı mütevazı yapısıyla hastalarla kurduğu güçlü bağ sayesinde başarılarını her yönüyle üst düzeye çıkaran bir cerrah.
Hastasına ameliyat öncesi ve sonrası tedavi süresince yaptığı/apacağı çalışmaları en ince ayrıntısına kadar bıkmadan anlatan sabırlı bir hekim.
Yaşam konforunu, özel yaşantısını hastaya ve hastaneden gelecek telefona göre programlayan tecrübeli bir cerrah. Başarısının sırrı da burada. Bastırdığı kartvizitine şahsi cep telefonu numarasını yazacak kadar cesur. Günün her saatinde hastaların ulaşması için bunu yaptığını söylüyor.
Kalp insan yaşamı için çok önemli bir organ. Nerede, ne zaman, nasıl bir rahatsızlık olacağı bilinmediği için hastaların 7/24 doktorlarına ulaşması gerekir diye düşünen örnek bir hekim.
Tek kartvizit kullanıyor ve üstünde de cep telefonu numarasının yazılı olması dikkatimi çekti. Bunu bizlere verdiği gibi her hastasına çekinmeden veriyormuş. Dayanamadım sordum. 'Hastalar sizi gecenin bir vaktinde uykuda iken ararsa rahatsız olmaz mısınız?
Başını iki yana sallayarak 'hayır' der gibi soru için teşekkür ederek: 'Birçok doktorun iki telefon numarası vardır. Birisi şahsi numarası, diğeri hastalarına verdiği... Mesai saati dışında hastalarına verdiği numaraya pek ulaşılamaz. Ama ben öyle yapmıyorum. Tek numaram var. Kalp cerrahı mesaiye bağlı asla çalışmaz. Telefonum hiç kapalı değildir. İhtiyaç duyulduğunda ulaşılabilir olmalıyım. Zaman önemlidir kalp hastalıklarında. Erteleyemezsiniz. Zaten sorun olmasa neden arasın. Kalp durdu mu yaşam duruyor. O yüzden kalp cerrahı komando askeri gibi olmalı. Her an göreve hazır beklemeli. Dolayısıyla işimi severek yapıyorum. Gecenin ilerleyen vakitlerinde yüzlerce acil kalp ameliyatları yaptım ve yapmaya devam ediyorum. Çünkü kalp hastası beklemez.'
Kurduğu şu cümleler etkileyiciydi: 'Benden yaşça büyük hastalarım taburcu olurken eğilip elimi öpmek istiyorlar. Ağrılarından kurtulunca nasıl dualar ediyorlar anlatamam.'
Ne mutlu size kıymetli hocam… İnsanların hayır dualarında yer alabilmek…
Vizyonunuz ve başarılarınızla ileride meslektaşınız olacak oğlum Emre içinde özellikle yurt dışı deneyimleriniz ve müspet düşünceleriniz yol gösterici oldu. Minnettarız.
Yazılarımızı takip eden okuyucular bilirler topluma rol model olmuş, mesleğinde alın teriyle çalışarak, zirveye çıkmış kişilerin yaşam öykülerini yeri geldikçe biz yazmaya sizler bu sütunlardan okumaya devam edeceksiniz.
Olurda bir okurumuz için faydalı olabilirsek ne mutlu bize…
Yolunuz açık başarılarınız daim olsun Selami Hocam… Sizin gibi tıp fakültesi öğrencisi olan iki kız evladınızın da başarılı bir hekim oldukları günleri görmeniz dileği ile başta size ve hastalarınıza sağlıklı günler diliyorum.
.jpeg)