Günümüzde savaşlar, ülkelerin birbirlerinin topraklarına saldırması ya da topraklarını ele geçirmesi ile değil; birbirlerini ekonomik ve kültürel sahalarda işgal etme, kuşatma ile yapılıyor.

Bu yazımızda kültürel işgalin gastronomi/mutfak sahasındaki milli silahı slow fooda akımı üzerinde duracağız.

Son yıllarda dünya turizminde sıkça sözü edilen bir akım var; slow food; Türkiye'de de bu akım takip ediliyor. İtalya'da 'fast food'a karşı bir hareket olarak doğan bu yeni kültürel hareket 1986'da Amerikan 'fast food' kültürünün İtalyan mutfağını olumsuz yönde etkilemesi üzerine İtalyan Yazar Carlo Petrini tarafından başlatıldı. Bu hareket yerli üreticiyi ve mutfağı koruma, daima taze ürün kullanma ve pişirme teknikleri gibi pek çok alanı kapsarken kültürel işgal ve kuşatmaya karşı da çok etkili bir kültür silahı olarak kabul gördü.

Hızlı, ayaküstü yemek alışkanlığına (fast food) karşı bir alternatif alternatif olarak dünya gündemine oturan bu başkaldırı geleneksel ve yerel yemek ve yeme biçimlerini, yerel ekosistemlerin özelliklerini korumayı 'Yavaş Hareketi'nin bir parçası olarak da teşvik ediyor.

İlk olarak 1986'da, İtalya'da Arcigola organizasyonunun öncülüğünde, Roma'da açılan McDonald's karşı başlayan bu akım, geleneksel mutfağı küresel mutfağının standartlaşmış ürünlerine karşı koruma temel amacına hizmet ediyor.
Geniş bir yelpaze Slow food'a baktığımızda ise bu milli mutfağı koruma akımının amaçlarını şu şekilde sıralayabiliriz:

Yerel biyo çeşitliliği korumak amacıyla tohum bankası oluşturmak ve sürdürmek,
Yerel ve geleneksel besin maddelerini korumak ve teşvik etmek,
Tat eğitimini teşvik etmek,
Tüketicileri fast food ürünlerinin riskine karşı eğitmek,
Organik çiftçiliği teşvik edici kamuoyu oluşturmak,
Ürünlere yönelik genetik mühendisliğinin müdahalelerine karşı çıkmak,
Ürünlerde böcek ilaçlarının kullanımını karşı kamuoyu oluşturmak.

Amerikan fast food kültürünün bütün dünyayı sardığı son yıllarda bir başkaldırı olarak doğan 'slow food' u(yavaş yemek) dünya genelinde değerlendirdiğimizde ise bu akımın özellikle turistik ülkelerin yerel yemeklerini, yerli üreticiyi ve bölgede yetişen yiyecekleri koruma yolunda etkili bir şekilde sahasını genişlettiğini görüyoruz. Slow food bilinci ile özellikle turizmde fast food yerine yavaş ama daha sağlıklı ve zengin lezzete sahip, yüzyıllardır bilinen, tarihi kimliği olan yiyecekler/yemekler tercih ediliyor. Hızlı bir şekilde turistik destinasyonlarda etkisini gösteren slow food, tur opetarörleri, gurmeler, restoran işletmecileri, aşçı ve şefleri, üreticiler ve tüketicilerin katılımıyla farklı boyutlar kazanmaya başladı. Bu boyutta turistik cazibe merkezlerinde yüzlerce yıllık, kültürel/yerel lezzetler mönüleri süslerken turistlerin damak zevklerine servis ediliyor.
Göçmen mutfaklarından oluşan zengin bir mozaiğe Eskişehir de, yakın gelecekte bir slow food merkezi olabilir. Kızılinler Kabağı, Türkmen dağlarının Orman Aşı, Kuşburnu Marmelatlı, Kuru Et, Balkan Köftesi, Pırasa DolmasI, Külde Göçmen Böreği, Göbete, Sorpa Çorbası, Çerkez Mantısı, Sivrihisar Güveci, Kanak Çorbası, Kelem Dolması, İnönü Manda Kaymağı, Çerkez Peyniri, Alpu Kazı, Bozan Sucuğu, Çibörek, Balaban, Met Helvası vb. özel slow food lezzetleri şehir restoranlarının mönülerinde kenti ziyaret eden turistlerin beğenilerine sunulabilir. Bu slow food mutfağı hem tarihi lezzetlerin yaşamasına hem turistin damak zevkine hem de şehrin turizm getirisine tatminkar katkılar sağlayacaktır.
Vakit kaybedilmeden Lokantacılar Odası Yönetimi, Restoran İşletmecileri, Gastronomi Platformu Yönetimi, TURSAB BYK Yönetimi, Seyahat Acentası Yöneticileri, Rehberler ve diğer paydaşlar bir araya gelip Eskişehir Slow Food mutfağı için çalışmalara başlamalıdır.