Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bir gün evde otururken bir ihtiyar kadın geldi. Peygamberimiz kadını görür görmez yerinden kalktı. Yerini ona verdi. Sonra bu ihtiyar kadına ikramda bulundu. Böyle davranmasının sebebini soranlara, “Bu kadın, Hatice hayatta iken bize gelir giderdi. Ahde vefa, dindendir” buyurdu (Hâkim, Müstedrek, 1, 20 (1/16)).

Şu hayatta iyi ve güzel davranışlara muhtaç bir halde yaşıyoruz. İnsan sosyal bir varlık olduğu için hayatın her anında insanlarla iletişim kurmak zorundadır. Bu kurduğumuz iletişimde kendimize iyi davranılmasını ve iyiliklerde bulunulmasını isteriz. Aynı şekilde karşımızdaki kişiler de bizden kendilerine iyi ve güzel davranılmasını bekler. İşte buna vefa denir. Vefa kısaca, bize emeği geçenlere, o emeklerinin karşılığını iyi ve güzel bir şekilde vermemizdir. Tabii olarak bize emeği geçenlerin başında anne-babamız gelmektedir. Sonra da akrabalarımızdan dayılarımız, teyzelerimiz, amcalarımız vb. ve sosyal hayatta bize iyilik yapan tüm büyüklerimiz ile hayatımıza dokunan sevdiklerimiz ve değer verdiklerimiz gelmektedir.

İnsan sosyal varlık olması ile birlikte öğrenerek hayatını devam ettirir. Böylece hayata tutunur ve başarılı olur. Bu başarının mimarları olarak da ilk önce ailesi, çevresi, öğretmenleri ve büyükleri gelmektedir. Vefayı bu açıdan ele alacak olursak, sosyal hayatımızda bağ kurduğumuz herkese bir vefa sorumluluğumuz vardır.

Sosyal hayatın amacı, bireyin topluma aktif olarak katılmasını sağlamaktır. Bu amaçla büyükler tecrübeleri ile devreye girer ve bireyin topluma kazanılmasını sağlar. Vefa da burada başlar. Vefa; yapılan bir iyiliğe karşı iyilik göstermek, onu unutmamak diye tarif edilir. Vefanın esası, toplumun birlik ve beraberlik içerisinde yaşayarak dayanışma içerisinde büyüklere hürmet ve saygı göstermesidir. Önce anne-babadan başlayıp diğer büyüklere saygı, hürmet, sevgi, muhabbet göstermemiz gerekmektedir. Böylece toplum birlik-beraberlik ve huzur içerisinde olur.

Vefa ilk önce ailede başlar: “Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi ve anne-babanıza iyi davranmanızı kesin olarak emretti. Eğer onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa, sakın onlara ‘öf’ bile deme! Onları azarlama! İkisine de gönül alıcı güzel sözler söyle. Onlara merhametle ve alçak gönüllülükle kol kanat ger. ‘Rabbim! Onlar nasıl küçüklükte beni şefkatle eğitip yetiştirdilerse şimdi sen de onlara merhamet göster’ diyerek dua et” (İsrâ 17/23-24) ayetinde olduğu gibi anneye-babaya büyük bir saygı, hürmet, sevgi ve muhabbetle en güzel şekilde davranmak, onların bütün ihtiyaçlarını hiç üşenmeden ve kendimize yük olarak görmeden karşılamak en büyük görevimiz ve vefa borcumuzdur.

Vefa deyince doğal olarak önce ihtiyarlarımız aklımıza gelir. Vefanın büyüğü büyüklerimiz olan ihtiyarlarımıza olacaktır: “Beli bükülmüş ihtiyarlar, süt emen bebekler, otlayan hayvanlar olmasaydı belalar sel gibi üzerinize inecekti” (Taberânî, el-Mu’cemü’l-kebir, 22/309). Peygamberimizin bu hadisinde, günahlarımızdan dolayı Allah’ın üzerimize göndereceği belalara ve musibetlere karşı koruyucumuz olarak zikredilen ihtiyarlarımıza karşı büyük bir vefa borcumuz vardır. Bu sebeple ihtiyarlarımız en ziyade hürmete, sevgiye ve şefkate layıktırlar.

Vefa aynı zamanda toplumun birlik, beraberlik, dayanışma, içerisinde olması; toplum fertlerinin birbirleriyle güvenli bir şekilde yaşaması demektir: “(İyi) Müslüman, elinden ve dilinden Müslümanların emin olduğu kişidir. (Asıl) muhacir de Allah’ın yasakladıklarını terk edendir” (Buhârî, İman, 4). Peygamberimizin bu hadisinden de anlaşılacağı üzere, güvenilir olmak büyük bir vefadır.

Evet, vefa büyük bir değerdir, fazilettir. Bu sebeple vefanın büyüğü; büyüklerimize, anne-babamıza, ihtiyarlarımıza ve tecrübe kaynaklarımız olan sosyal hayatımızda ilişki içerisinde bulunduğumuz kişilere iyi davranmak, hoş geçinmek ve hürmet etmektir...

Cemil PAMUK

 İl Müftülüğü Şube Müdürü

MEAL OKUYORUM

Bizi dosdoğru yola ilet; nimetine erdirdiklerinin yoluna; gazaba uğramışların yoluna da, dalalete sapmışların yoluna da

değil!

(Fâtiha, 1/6-7)

HER GÜNE BİR HADİS

“Seni şüphelendireni bırak, şüphelendirmeyene bak. Çünkü doğruluk kalbin (tereddütsüz biçimde) huzura ermesidir. Yalan ise şüpheden ibarettir.”

(Tirmizî, Sıfatü’l-kıyâme, 60)

GÜNÜN DUASI

Ey merhametlilerin en merhametlisi! Affetmediğin hiçbir  günah, feraha çevirmediğin hiçbir tasa, senin razı olduğun  şeylerden karşılamadığın hiçbir ihtiyaç ile beni baş başa bırakma.” (Tirmizî, Salât, 343)

BİR SORU-BİR CEVAP

Merhem ve ilaçlı bant kullanmak orucu bozar mı?

Deri üzerindeki gözenekler ve deri altındaki kılcal damarlar yoluyla vücuda sürülen yağ, merhem ve benzeri şeyler emilerek kana karışmaktadır. Ancak cildin bu emişi, çok az ve yavaş olmaktadır. Diğer taraftan bu işlem, yeme içme anlamına da gelmemektedir. Bu itibarla, deri üzerine sürülen merhem, yapıştırılan ilaçlı bantlar orucu bozmaz (DİYK 22. 09. 2005 tarihli karar  (Fetvalar,DİB Yay.syf.281)