Özcan Türkmen

Diyarbakırlı Divan Şairi Hamî-i Amidi (1679-1747)'nin
'Ehl-i dil her kande kim aram eder rağbetlenir
Gah olur gurbet vatan gahî vatan gurbetlenir' (Gönül ehli insanlar nerede toplanırsa bazen gurbet vatan olur bazen de vatan gurbet...) beyitini her ne zaman hatırlasam, her ne zaman okusam Avrupalı Türkler gelir aklıma. Ve onlar ve onların dilinden süzülen memleketimin gurbet türküleri…
Türkülerimiz, geçmişimizin belgeleridir. Ne hoş türkü yakmış eskiler; hepsi ayrı ayrı bir değer, hepsi ayrı ayrı bir sanat eseri adeta.
Aşağıdaki samimiyete bakar mısınız bir:
Gurbetele götürdüler gülümü
Dağa taşa düşürdüler yolumu
Ben de sevdiğimi alacağıdım
Felek kırdı kanadımı kolumu
Anonim Emirdağ türküsündeki kanadını kolunu kıran feleğe isyanlı sükûta bakar mısınız bir. Bakar mısınız aşağıdaki anonim Suvermez Köyü türküsündeki isyanın asaletine:
Belçika'yınan Türkiye'nin arası
Yok mu eller ayrılığın çaresi
Elleri koynunda kaldı analar
Zehir olsun Avrupa'nın parası
'Gonceysezonu'nda hemşehrilerimiz, 'hasret, gurbet, sıla, hısım akraba vb. hususlarda daha da hassaslar… Onları anlıyor ve sonuna kadar da hak veriyorum.Umduklarını, beklediklerini bulamıyorlar belki. Belki hayallerinin suya düştüğünü kabul etmiyorlar. Acı, sevinç, ıstırap gibi her şeyin iç içe olduğu bir yılda 'gönül dostu' bulmak umuduyla geldikleri memleketlerinde, maalesef, aradıklarını bulamıyorlar.
Bunu problem etmeyip sorgulamıyorlar; hissettirmemeye çalışıyorlar belki ama içten içe kor alevleniyor...Samimiyeti ve yapmacıklığı çok iyi ayırt edebiliyor onlar her an.
Yüreklerde acı, dudaklarda öfke, gözlerde nefret olanları da var elbet. Özlemin, kavuşmanın değerini hakkıyla teslim edenler de var tabi.
Genel anlamda 'gurbetçi' diye andığımız; hemşehrilerimiz, Gurbetçi Türklerden, Avrupalı Türklerimizden bahsediyorum.
Gurbetçilik önceleri askerlikti, gurbet elde çalışmaydı; 1960'lı yıllardan sonra yurt dışı iş/işçi gücüydü hepimiz için neredeyse.
Gurbete çıkanlardan; ekonomik sebepler başta olmak üzere değişik sebeplerle evini, yurdunu terk eden hısım akrabalarımızdan, bacı kardeşlerimizden, eşimiz dostumuzdan… bahsediyorum.
Birikimini ülkemizde ülkemizin ilerlemesi ve yükselmesi için değerlendirmeye çalışan vatandaşlarımızdan bahsediyorum.
Hepimiz gibi onlara da beşikten sonrası gurbetti.Öyle ya da böyle hayatlarıdeğişik ülkelerde devam ediyor, edecek.Üçüncü hatta dördüncü kuşak yaşıyor bu değişik ülkelerde.
Memleketten gidenler/göçenler, bir gün sılaya dönüş hasretiyle yaşadı. Tahta bavulla gidenlerin bir kısmı tahta/çinko tabutla döndü anayurda.
Dönüş hazindi. Yapılanlar/mekanlar yanıp yıkılmıştı; yaşayanların bir kısmı göç etmişti, bu dünyaya bir daha gelişleri olmayacaktı onların.
Sağ kalanların dönüşünde, istisnalar dışında, hüzün vardı çoğu kere. Taş taşın üstündeydi belki ama insan olmayınca mekanın anlamı da yoktu.
Gurbete çıkamayanların çoğu, öbür dünyadaydı artık.
Tanıdıklar kabirde daha çoktu. Kalanlar gidip gelenlere yabancıydı.
Gelenler de kalanlar da rüyalara giren hasret büyüsünden alamamıştı kendilerini. Ayrılık acısı çökmüştü yüreklere. Yanmış yakılmıştı yürekler, taş kesilmişti.Her şeyde her yerde garip bir sessizlik vardı. Mezarlıktaki ölüler gibiydi sessizlik. Herkes sessiz, herkes mahzundu.
Özlem miydi, hasret miydi, acı mıydı; hepsi ve daha niceleri miydi onu tam sezemiyorum.
Neyse neydi işte…
Yaşanmıştı, yaşanıyordu, yaşanacaktı. İnsan insana bile hasret olduğu ayan beyan yaşanıyordu işte.Hiç yaşanmamış gibiydi her şey…
Yakılan, düzülen türküler; ağıtlar konuşuyordu anlayıp dinleyene. Coşuyordu sökün ediyordu ardı ardına eskilerin deyişlemeleri anlayıp heceleyene.
Dökülüyordu gönülden dilden nağmeler.Saza ihtiyacı yoktu yanık gababoyrama türkülerin. Yüzlerdeydi endişe… Gönüldeydi tedirginlik... Sözdeydi kararsızlık…
Nasıl olmuşsa olmuş gönül telinin akordu bozulmuştu.
Bu hal neydi, nasıldı, niyeydi, herkeste miydi; geçer miydi; kimleri niçin ilgilendirirdi, kimleri daha çok ilgilendirmeliydi bilemiyorum.
Açıklamak için birsebep de yoktu, bence, zaten.
Böyleydi, böyle de gidecekti (herhal)...