Meşhur kıssadır bilirsiniz: Deve kuşuna 'Yük götür' demişler 'Ben kuşum' demiş. 'Uç' demişler; 'Deve uçar mı?' demiş…
'Fare deliğe sığmamış, bir de kuyruğuna kabak bağlamış' deyimimizi de duymuşsunuzdur.
Evet; işi yapmama ve bundan doğacak sorunluktan kurtulmanı tek çaresi, bizde, bahane bulmak... Bahane bulmada üstümüze yok hiçbirimizin. Dahası bu işi sanat icra eyler gibi yaparız hepimiz. ('Hayır, ben yapmıyorum' diyenlere de diyecek bir lafımız yok hani.)
Bu sanatımız, bazen o hale geliyor ki. Biz de bilemiyoruz sebebini ve sonucunu. İşin esasında çoğu kere ne sebep ne de sonuç bizi ilgilendiriyor; idare edip gidiyoruz işte.
İdare ede ede hepimizin öğrendiği ve uygulamada başarısız olmadığımız bir husus çıkıyor ortaya: Mazeret dayanışması…
Hemen hepimiz,mazeret dayanışmasında o kadar başarılıyız ki. Başarımızın temel sebebini şöyle özetlemek geliyor içimden: 'Sen benim mazeretimi hoş gör, ben de seninkini'… (Bu başarıyı 'hayır diyememe' hususunda gösterebildiğimize be hiç inanmak istemiyorum. Belli konularda 'Hayır' da diyebilmeyi istesek de toplum olarak başaramıyoruz bir türlü.)
Bahane ürettikçe yeni bahane(ler) üretmeyi öğreniyoruz. Özellikle başarısızlıklarımızda mazeretlerimiz, bahanelerimiz o kadar açık, o kadar net ki... Bu başarısızlığa neredeyse kendimizin de inanası geliyor, neredeyse başarısızlığımızı haklı buluyoruz. Konu ile ilgili olarak rahmetli Ebemden sıkça duyduğum 'Ayda yılda bir namaz onu da şeytan ko(y)maz' deyişini hiç unutamam. Unutamam ve kırk yılda bir de olsa hayırlı bir iş yapamaya kalkışıp sonra ondan bir bahaneyle vazgeçenlere acırım.
(Birini) başından atanlara, başından savanlara; bir bahane ile birini yanından uzaklaştıranlar, zor bir işi başkasına atmanın yolunu bulanlara ol gör içim ısınmaz.
Çıngar çıkaranlara, hık mık edenlere, ipe un serenlere, mırın kırın edenlere sizin de tahammülünüz yok, biliyorum.
Hele o 'Estek köstek'le işi savsaklayanlar, geçiştirenler, birtakım bahaneler ileri sürenler var ya işte onların kapıya konacak halleri yok inanın.
Kendisinden beklenilenleri bahaneler bularak yapmayan, yapamayan; hep kaynatıp, hep yan yatıp, çamura yatanlara ne demeli!
İsteseler de başaramayacak, beceriksiz ve kendisinden bekleneni yapamayacak durumdaki kişiler birçok engeller göstererek beceriksizliklerini örtmeye çalışıp 'Oynamasını bilmeyen gelin 'yerim dar' demiş; yerini genişletmişler 'yenim dar' demiş' hesabı davranana diyecek sözüm yok. Öküzün altında buzağı arayan; bir suç veya suçlu bulup bir meseleyi açıklamak için akla gelmedik bahane ve sebepler uyduranlara diyecek hiç sözüm yok.
Hiç değilse, aynı hataları, aynı bahanelerle tekrarlamamak işin en güzeli ama bunun farkında olamayan o kadar çok ki. Hal böyleyken şunu bunu bilmem', 'dediğim dedik çaldığım düdük' diye diye sorulara da sudan cevap verenlere ne demeli ki.
B.kuyla kavga edenlere, kavga etmek için bahane arayanlara diyecek bir şeyim yok.
Küsmek ve darılmak için bahane arayanlar, sinsi sinsi tırnak sürüştürenler; kavga için bahaneler arayanlar bizden uzak dursun yeter.
Tembellik ve beceriksizliğini bazı küçük engellere bağlamak isteyenler için kullanılan, 'Gönülsüz iş yapan kişiler için en küçük sebepler bile haylazlık sebebi olur.' anlamındaki 'O.uruklug.te arpa çöreği bahane' sözünü hiç unutamam.
'Ecel geldi cihana / Baş ağrısı bahane' atasözümüzdeki gibi her şeyin bir bahanesi olacak olmasına.
Söylediklerimiz, maksadımızı özetlemiş olsa da aşağıdaki anonim kıssayı bilgilerinize sunmayı faydalı buluyorum:
'Küçük bir kasabanın dört ayrı mahallesi vardı. Birinci mahallede 'Evet amalar' yaşar. 'Evet amalar', ne yapılması gerektiğini bildiklerini düşünürler, yapma zamanı geldiğinde de 'Evet, ama' diye cevap verirlerdi. Cevapları hep yanlış olurdu. Suçu başkalarına atmakta da ustalardı. İkinci mahallede 'Yapacağımlar' yaşardı. Ne yapacaklarını bilirlerdi. Kendilerini yapacakları şeye adım adım hazırlarlardı ama yapacakları sırada şanslarını kaçırdıklarının farkına varırlardı. Bu mahallede insanların dizleri, dövülmekten yara bere içindeydi. Hayatı ertelememek için verdikleri kararı bile ertelerlerdi. Üçüncü mahallede yaşayan 'Keşkeciler''in hayatı algılama güçleri, mükemmeldi. Neyin yapılması gerektiğini daima en isabetli şekilde bilirlerdi ama her şey olup bittikten sonra. Keşkecilerin de başları kanardı hep duvarlara vurmaktan. Kasabanın en yeşil bölgesinde, en güzel evlerin olduğu mahallede ise 'İyi ki yaptımlar' otururdu. 'Keşkeciler' bu mahallede yürüyüşe çıkar, etrafa hayranlıkla bakarlardı. 'Yapacağımlar, keşkecilerle birlikte bu mahallede yürüyüşe çıkmak ister ama bir türlü fırsat bulamazdı. 'Evet amalar', mahallenin güzelliğini görmek yerine ağaçların gölgelerinin yeterince geniş olmadığından güneşin daha erken saatte doğması gerektiğinden şikayet ederlerdi. 'İyi ki yaptım' mahallesindeki insanların kusuru da beyinlerinde mazeret üretme merkezlerinin olmayışıydı.