Odunpazarı Müftülüğü Uzman Vaizi Necati ERDAĞLI'nın yazısı
Hicret; “terk etmek, ayrılmak, ilgisini kesmek”, “kişinin herhangi bir şeyden bedenen, lisanen veya kalben ayrılıp uzaklaşması”, “bir yerin terkedilerek başka bir yere göç edilmesi” anlamlarında kullanılır. Özelde ise, “Hz. Peygamber (s.a.v.)’in ve Mekkeli Müslümanların kendilerine yapılan zulüm sebebiyle, Medine'ye göçü”nü ifade eder. Medine'ye göç eden Müslümanlara “Muhacir”, Resul-i Ekrem'e ve muhacirlere yardım eden Medineli Müslümanlara da “Ensar” unvanı verilmiştir.
Hicret kavramı, Kur’an’da göç etmenin dışında, Allah’a eş koşmak ve puta tapmak gibi çirkin davranışlardan (ricz) kaçınmak (Müddessir 74/5) anlamında da kullanıldığı gibi; Hz. Peygamber, “Muhâcir, Allah’ın yasakladığı şeyleri terk eden kimsedir” (Buharî, Îman, 4) buyurarak hicret kavramına mecâzî bir anlam da yüklemiştir.
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.), evden ayrılıp Hz. Ebubekir (r.a.) ile birlikte yola çıktıklarında, müşrikleri şaşırtmak için Medine’nin bulunduğu istikamete zıt yönde ilerleyerek Sevr Dağı’na gittiler. Böylelikle Müslümanlara, önce tedbir sonra tevekkülün nasıl olacağını göstermiş oldular.
Mekke’den ayrılmadan önce kılavuzluk yapması için Abdullah b. Uraykıt ile anlaşmışlardı. Abdullah b. Uraykıt bir müşrikti, ancak güvenilir, işini bilen bir kişiydi. Bu bağlamda, Rasulullah (s.a.v.), biz Müslümanlara, işi ehline verme konusunda da rehberlik etmiştir.
Hicret; Mekkeli müşriklerin Müslümanlara karşı baskılarının artması ve İslâmiyet’in Mekke’de yaşanamaz duruma gelmesi, yayılma fırsatının daralması ve Hz. Peygamber’in İslâmiyet’i farklı yerlere yayma arzusuna Cenab-ı Allah tarafından izin verilmesi sebebiyle gerçekleşmişti.
Hicret, tarih sayfalarında kalmış basit bir olay değildir. Peygamberimiz (s.a.v.)’in doğuşu ile kâinatın hali nasıl değişti ise, O’nun hicreti ile de âlemde kutsî bir hareket ve bereket başladı. Bu müstesna hareket ve feyz ile bütün kapılar O’na açılmış oldu.
Buradan da anlıyoruz ki, meşakkat ve ızdıraplar içerisinde Allah’a giden bir yol mutlaka bulunabilir. İşte hicret, kıraç arazilerin bereketli topraklara dönüştürülebileceğini göstermiştir.
Kur’an’da ve İslam için gösterilen gayretlerde hicret, büyük bir fedakârlık göstergesi olmuştur.
Hz. Peygamber'in Mekke'den Medine'ye hicretiyle İslam tarihinde yeni bir dönem başlamıştır.
Bizim Hicretimiz Nasıl Olmalı?
“Muhacir, kötülüklerden uzaklaşan; Müslüman da elinden ve dilinden insanların güvende olduğu kimsedir” (Buharî, İman, 4).
Hicret Bize, Görevlerimizde Sadakat Göstermemizi Öğretir:
Rasul-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz, kendisini ısrarla davet eden ve hasretle bekleyen Medineli müminlerin, O’nu canları pahasına koruyacakları sözlerine rağmen, Allah Teâlâ'dan izin ve hicret emri gelmeden Mekke'yi terk etmemiştir.
Hicret, Bizlere Emanete Riayet Etmeyi Öğretir:
Efendimiz (s.a.v.)’i, “Muhammed’ül-Emin” olarak tanıyan Mekkeliler, güvendikleri bu insana değerli eşyalarını emanet etmekten çekinmiyorlardı. Zîra, Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in, o güne kadar kendisine duyulan güveni sarsacak hiçbir davranışı olmadığı gibi, hicretinden sonra da hiç kimse, O’nun hakkında emanete riayet hususunda olumsuz tek bir söz söylememişti.
Hicret Bize, Düşmanlarımıza Karşı Tedbirli Olmayı Öğretmelidir:
Efendimiz (s.a.v.) ve sadık dostu Ebu Bekir (r.a.), gece karanlığında Mekke'yi terk etmişlerdi. Ancak Medine yoluna doğru gitmediler. Tam aksi istikamette, Mekke'nin güneyinde Sevr Dağı’ndaki bir mağaraya çıkarak üç gün burada gizlenmeyi tercih ettiler. Böylece, düşmanın gerçekleştirmek istediği şeyler de hesaba katılarak, önceden tedbir alınmıştı. O halde, hicretten alacağımız bir diğer ders de, düşmanlarımıza karşı gereken tedbirleri almak olmalıdır.
Hicret Fedakârlıktır:
Süheyb-i Rûmî (r.a.)’nin başından geçenler de bizler için örnek teşkil edecek niteliktedir: Kureyşliler, onun Mekke'ye gelmeden önce hiçbir mal varlığı olmadığı, bütün mal varlığını Mekke'ye geldikten sonra kazandığı, hicret etmesi durumunda malına-mülküne el koyacakları tehdidi ile onu hicretten alıkoymaya kalkıştılar. Fakat Süheyb, bütün mal varlığını onlara terk etti ve hiçbir şeyi olmaksızın Medine'ye hicret etti. Allah Rasulü bu konudan haberdar olduğunda; “Süheyb kazandı” (İbn Sa’d, 3, 228) buyurdu. İşte bu güzide tavır, Peygamber (sav)’in onayını ve bizleri de bu yöne teşvikini gösteren, Müslümanca bir tavır olarak tarihe geçti.
Sonuç olarak, hicreti sadece tarihi bir olay olarak değerlendirmemeli ve hicretten birçok dersler ve ibretler çıkararak hayatımıza yansıtmalıyız…