Sabah alarmıyla başlayan gün, gece başımızı yastığa koyana kadar süren bitmek bilmeyen işler, bildirimler ve mecburiyetlerle geçiyor.
Sabah alarmıyla başlayan gün, gece başımızı yastığa koyana kadar süren bitmek bilmeyen işler, bildirimler ve mecburiyetlerle geçiyor. Modern hayat tam anlamıyla bir koşu bandı gibi. Sürekli hareket var ama varış noktası pek belli değil. Her şey hızlı, her şey acil. Bu hızın içinde nefes almayı unutuyoruz.
Bu tempo içinde insanın kendine ayırdığı o küçücük anlar, bazen günün en kıymetli dakikaları oluyor. Bir fincan kahveyle balkona çıkmak, yürürken müzik dinlemek, bilgisayar başında beş dakikalığına derin bir nefes almak... Belki kısa, belki fark edilmeden geçip gidiyor ama işte tam da bu mikro molalar, bizi hayatta tutuyor.
Kimse dur demese, belki gün boyu hiç durmadan devam ederiz. Ama bedenimiz, zihnimiz ve kalbimiz bir yerden sonra sinyal veriyor. Dikkat dağılıyor, tahammül azalıyor, her şey daha yorucu gelmeye başlıyor. Oysa bir nefeslik mola, küçük bir ara, belki kısa bir yürüyüş bile bütün ruh halimizi değiştirebiliyor.
Mikro molalar sadece dinlenmek için değil; kendimizi duymak, günün gürültüsünden biraz uzaklaşmak ve yeniden toparlanmak için bir alan. Üstelik lüks değil, ihtiyaç. Bu molaları erteledikçe birikiyoruz, yoruluyoruz, tükeniyoruz.
Kendine ayırdığın o birkaç dakikayı hafife alma. Çünkü bazen yapman gereken tek şey, sadece durup nefes almak.
Hayatın hızına kapılmadan önce bir dur. Derin bir nefes al. Belki de o anda en çok ihtiyacın olan şey, sadece o moladır.