Özcan Türkmen yazdı.
Atatürk ile ilgili hatıralardan biri de şöyle:'Resmi bir ziyaret için Türkiye'ye gelen İngiltere Başbakanı W. Churchill (1874-1965) Atatürk'le görüşmektedir. Görüşme sırasında Churchill Atatürk'e bir soru sorar:
'Kurtuluş Savaşını nasıl kazandınız?'
Atatürk, genç yaverinden silahını ister. Silahtan mermileri çıkarır. Dışarıdan bir nöbetçi asker çağırtır, tabancayı uzatır, 'Kendini vur.' der.
Asker, saniye tereddüt etmez; tabancayı şakağına dayar ve tetiği çeker.
Churchill hayretler içerisindedir.
Atatürk, 'İşte, böyle kazandık.' der.'
Evet, güven bu değil mi?
Lidere güven, millete güven, bu değil mi?
'Güven' tanımına değişik kaynaklarda özü aşağıdaki şekilde olmak kaydıyla değişik şekillerde rastlamak mümkün:
Güven 'O bunu yapmaz' demek değil de 'O, bunu yaptıysa bir bildiği vardır.' diyebilmek...
Güven, 'ilişkilerin kurulmasında ve geliştirilmesinde gerekli olan risk alma süreci'…
Güven, 'korku, çekinme ve şüphe duymadan inanma ve bağlanma duygusu, itimat.' …
Güven, bir başka insanın dürüstlüğünden emin olmak ...
Güven, işbirliği yapan tarafların umduğu ve paylaştığı erdem...
Güven, kendimizi sürekli olarak riske atmak…
Güven, sevgi…
Güven, en büyük takdirname…
Kim ne derse desin, kim nasıl anlatırsa anlatsın; güven ile ilgili olarak aklıma ilk geliveren atasözlerimizi tek geçerim:
'Güvenme dayına azık al yanına.', 'Güvenme dostuna saman doldurur postuna.', 'Güvenme varlığa düşersin darlığa. ', 'Malına güvenme kıvılcım hazır / Hüsnüne güvenme sivilce hazır.'
Evet, diğerlerini de siz tamamlayın bakalım.
Güven kazanmak, güveni kaybetmek sarkacında geçip gidiyor ömrümüz işte.
Güven duyuyoruz, güven besliyoruz; buna inanıyoruz, inandırılıyoruz; buna kanıyoruz; kandırılıyoruz. Güven kazanmaya çabalıyoruz; aldanıyoruz, aldatılıyoruz.
Güven vermek, güven duygusu uyandırmak, itimat telkin etmek istiyoruz; karıştıkça karışıyor işler, işin içinden çıkamıyoruz. Güvenimiz kalmıyor, güvenimiz sarsılıyor; güvenimiz olmuyor hiç bir şeye artık.
Bel bağlıyoruz; inanıp arkasından gidiyoruz, ümit bağlıyoruz; dost kazığı yiyoruz.
Kale gibi diyoruz; kalıbımızı basıyoruz. 'Her zaman güvendiğimiz, sırtımızı dayayacağımız, bize asla ihanet etmeyeceğini bildiğimiz, bizi yarı yolda bırakmayacağından hep emin olduğumuz biri' diyoruz; tuttuğumuz dal, elimizde kalıyor. Ciğeri beş para etmeyenlerden geçilmez oluyor ortalık. Hiç birine sağlam ayakkabı gözüyle bakamıyoruz. Sıdkımız sıyrılıyor.
Bir biz mi böyleyiz sanki. Bu konuda benim diyen var mı ki:
Olsun her şeye rağmen ben güvenmeye devam ediyorum. Kendime konu ile ilgili soruları sıkça soruyorum. Mutlaka siz de kendinize buna benzer başka sorular soruyorsunuzdur. Sizi pek bilemem ama şu soruları kendime sık soruyorum, daha da soracağım:
Bana güveniyorlar mı?
Bana güvenmeleri için benim neler yapmam gerekir?
Benim güvendiklerim bana güvenmeleri için benden neler yapmamı isterlerdi?
Bazıları güvenin önemini mi bilmezler yoksa güvenilir olmak işlerine mi gelmez?
Ben kimlere güveniyorum?
Emniyet duygusu nasıl sağlanır?
Güvendiklerimin hangi davranışları beni çok etkiliyor?
Güvenilir olmanın nasıl gerçekleşeceğini bilebiliyor muyum?
Hangi davranışlarım çevreme güven veriyor?
İnsan malını, canını, namusunu gönül rahatlığı ile birine emanet edebilir mi?
İnsanlar kime güvenir?
Niçin herkes emin insan değildir?
Hadi, soruları artıralım bakalım.