Bahse konu hikâyeyi belki de ilk ke okuyacaksınız… Belki de inanamayacak daha derinlere inerek araştıracaksınız… Ben öyle yapmıştım!
Bir Ağustos Böceğinin doğmadan önce toprağın altındaki bir larvada ortalama olarak 13 ila 17 yıl beklediğini biliyor muydunuz?
Evet, yanlış okumadınız tam 13 ila 17 yıl bekliyorlar…
Yıllar önce ilk okuduğumda çok şaşırmış, bu inanılmaz döngüyü araştırmış, arşivlemiştim…
Ağustos Böceğinin akıl almaz hikâyesi dişi Ağustos Böceğinin yumurtlaması ile başlıyor…
Dişi Ağustos Böceği ağaç dallarında bulunan çatlaklara yumurtlama hortumu sayesinde yumurtalarını bırakıyor…
Yumurtalar, larva dönemi geldikten sonra ağaç dallarından toprağa düşüyor… Toprak altına girerek kendilerine yaşam alanı hazırlıyorlar…
Bir sonraki aşamada ise larvalar ağaçların öz suyu ile besleniyor, toprak yüzüne çıkmak için uygun dönemi bekliyorlar…
O dönem yıllarca sürüyor!
Bazı kaynaklar 21 yıldan bahsetse de gerçek olan 10 üzerinde ki asal sayılarda yeryüzüne çıkıyor oldukları… Konunun uzmanı bir arkadaşımdan aldığım bilgi ise 13-17 yıl aralığında…
13-17 yıl toprağın altında yaşayan larvalar için o an gelir ve binlercesi belki de on binlercesi hepitopu 5 günlük bir süreçte yeryüzüne çıkıyorlar…
İşte tamda burası benim için en dikkat çeken nokta… Belki sizin içinde öyle…
Bu larvalar çıkacakları zamanı nasıl bilirler?
Ne ve neye göre çıkarlar?
Yeryüzüne çıkan Ağustos Böceklerine en yakın ağaca tırmanma emrini kim verir?
Bilimsel birçok açıklaması olsa da tartışmasız ilahi bir güç / yaradan ol demiş olmuş, çık demiş çıkmıştır(nokta)
Devam edelim…
Bir böcek şeklinde ağaca tırmanan Ağustos Böceklerinin kanatlara da ihtiyacı vardır… Yer altında kullanmış olduğu kabuğu atan bu kırmızı gözlü böcekler mucizevi şekilde bildiğimiz kanatlı Ağustos Böceklerine dönüşüverirler…
Elbette ki doğada hiç bir şey zayi olmaz… Çünkü kurulu düzen, nizam ve intizam vardır bu âlemde… Bu minvalde, Ağustos böcekleri değişimi yaşamış oldukları yerlere yapışmış olarak kalan kabukları diğer canlıların ve/veya toprağın gıdası olacaktır…
Bununla da kalmıyor elbet Ağustos Böceklerinin hikâyesi...
Kabuk değişiminden sonra bile sürçlerini tamamlamış olmuyor, yolculuklarına devam ediyorlar…
Sonraki evre, kabuğun içerisinde gelişmiş ve/fakat büzüşük durumda olan kanatlarına kan pompalanması… Açılacak olan kanatlarla birlikte değişim tamamlanmış oluyor…
Buraya kadar ve bundan sonraki döngü kusursuzca işlemeye devam ediyor… Devam ediyor lakin ömürlerinin de sonuna yaklaşıyorlar!
Nasıl yani demeyin!
13 ila 17 yıllık toprak altı nöbetten, yaşamdan ve/veya hapislikten sonra dünyaya gelen garibanın ömrü adında yazılıdır…
‘Ağustos…’
Yani topu topu bir ay bilemedin bir buçuk...
Şaşırdık değil mi?
Şu ana kadar yazdıklarımız aslında ağustos böceğinin bir nevi hayatı…
Yanlış okumadınız, yalnızca 3 ila 8 hafta kadar yeryüzünde kalıyor Ağustos Böcekleri…
Diğer bir detay;
Hani o bizim duyduğumuz şarkıları, türküleri, ezgileri söyleyenler var ya, hah işte onlar yalnızca erkek ağustos böcekleridir…
Amaçları ise çiftleşmek üzere bir dişiyi kendilerine çekmektir…
Çünkü dişi Ağustos Böceği, en güzel şarkıyı söyleyeni kendine eş seçecektir…
Çiftleşme sonucunda dişi Ağustos Böcekleri yumurtalarını bırakmak üzere uygun bir ağaç dalında kendilerine çatlaklar arayacak böylece nizam, intizam ve düzen içerisinde döngü devam edecektir…
Yıllardır haksızlığa uğrayan Ağustos Böceklerinin gerçek hikâyesi böyledir... Son bahar geldiğinde ömürlerini noktalayacak olan bu eşsiz canlıların kış için çalışmasına gerek yoktur.
Düşünsenize, 13-17 yıl toprağın altında bekle, dışarı çık…
Ömrün bir ay...
Buldun, buldun...
Bulamadın, bir daha yok.
Siz olsanız çalışır mıydınız?
Ezcümle…
Hayat ileriye doğru yaşanır,
Ama geriye doğru anlaşılır.
Konunun özü bu…
LA FONTAİNE BİZE YALAN SÖYLEMİŞ!
La Fontaine tarafından yazılan ve çocuk yaşlarda herkes tarafından okutulan Ağustos Böceği ile Karınca hikâyesi bize ne anlatıyordu?
Buyurun hep beraber masalı okuyalım… Okumadan öncede çocukken dinlediklerimizden azda olsa dem vuralım….
‘Bir varmış, bir yokmuş, evvel zaman içinde, kalbur saman içinde pireler berber iken, develer tellal iken ben anamın beşiğini tıngır, mıngır sallar iken, anam düştü beşikten, babam düştü eşikten, anam kaptı maşayı, babam kaptı meşeyi döndürdüler bana dört köşeyi…’ diyerek balayalım…
Ağustos Böceği yazın bütün gün saz çalar ve şarkı söylermiş… Hiç çalışmaz kış için hazırlık yapmazmış... Karınca ise çok çalışkan çok zeki… Karınca tüm yaz boyunca gelecek soğuk yaz günleri için dişini tırnağına katarak çalışmış durmuş… Yazın sıcak günleri artık bitmiş ve havalar soğumaya başlamış...
Kış gelmiş… Artık Ağustos Böceği saz çalamıyor, şarkı söyleyemiyormuş… Çok üşümüş ve karnı acıkmış...
Ağustos Böceği yazın eğlenirken küçük karınca bütün yaz boyunca bütün gün çalışıp kış için hazırlık yapmış…
Ağustos Böceğinin aklına karıncanın kışa hazırlık yaptığı ve gidip ondan yiyecek isterse ona yardım edeceği gelmiş… Karıncanın yuvasına gelmiş... Karınca kapıyı açtığında karşısında soğuktan titremekte olan Ağustos Böceğini görmüş ve ona:
-‘Ne istiyorsun Ağustos Böceği?’ demiş...
Ağustos Böceği karıncaya:
-‘Çok üşüyorum, hiç yiyeceğim yok karnım da çok aç bana yiyecek bir şeyler verir misin? Söz veriyorum Ağustosta sana olan borcumu ödeyeceğim.’ demiş…
Karınca: -‘Bütün yaz sen ne yaptın niye yiyecek bir şeyin yok?’ demiş…
Ağustos Böceği başını öne eğerek mahcup bir şekilde:
-‘Ben bütün yaz saz çalıp, şarkı söyledim.’ deyince karınca çok sinirlenmiş.
-‘Madem öyle bütün yaz saz çalıp, şarkı söyledin şimdide oyna’ demiş… Kapıyı Ağustos Böceğinin suratına kapatmış… Ağustos Böceği kendi kendine bende yazın yiyecek toplasaydım, şimdi bu halde olmayacaktım diyerek bir daha aynı hataya düşmeyeceğine dair kendisine söz vermiş…
Masallarda ve/veya çizgi filmlere konu olan, sabahtan akşama kadar şarkılar türküler söyleyen ve bize çocukluğumuzda tembellik eşittir Ağustos Böceği algısı oluşturan bu canlıyı ne kadar da yanlış tanımışız öyle değil mi?
La Fontaine amcanın bize anlattığı adı üzerinde masal…
Dünyaca ünlü masalların ardında yatan ve anlatılmayan gerçekler olduğu da söylenegelir…
Esas itibarıyla sözlü anonim halk edebiyatı ürünüdür masallar… Anlatılan kahramanların, olayların tamamen gerçek dışı olduğu, yer ve zaman ögesinin ise daima belirsiz olduğu bir anlatı türüdür de denilebilir… Masallar genelde hep mutlu sonla biter… İyiler kazanır, kötüler cezasını bulur…
Ezcümle;
Emin olun çoğumuzun çocukluk kahramanlarının kahramanı olduğu bazı masalların altında yatan gerçekler o kadar da keyifli ve masum değil aslında…
Ya her masalda azda olsa bir gerçeklik payı varsa!
Öyle olsa ve iyiler her daim kazansa!
Kötüler kayıtsız şartsız cezalandırılsa…
Ya La Fontaine’ler, andersenler çoğunluktaysa!
Beşikten mezara kadar,
Ya dünya bir masalsa!
Ves’selam