'Gurbet, insanın kendine doğru yaptığı bir yolculuk'tur. Gurbete çıktığımızda yüreğimize bir şeyler dokunur. Gönül telimiz titrer. Doğup büyüdüğümüz, yetiştiğimiz, kültürüyle hemhal olduğumuz köyümüz, tüter gözümüzde. Zira sevenlerimiz yaşadı orada. Sevdiklerimiz yaşadı/yaşıyor orada.
Gurbetin yurt dışı bölümüyle ilgili olarak epey bir zaman gurbetçilerimiz (Avrupalı Türkler) ile uzun uzadıya sohbet etmek isterdim. Belli dönemlerde belli kişilerle konuştum. Konuşmaları özetleyip kendimce halleşmek istedim onlarla. (Kimseyi herhangi bir şekilde zan altında bırakmak istemiyorum. Söyleyeceklerim tamamen beni bağlar.)
Bu güzel toprakta, köyümüzde, elimizde güzel mahsül yetiştiği gibi çokça güzel insan da yetişir. Bu güzel insanların yurt dışında olanları vatan hasreti adına hemen her yıl köyüne gelmek istiyor; zorluklara göğüs gere gere izine geliyorlar köylerine.
Bütün ağırlık ve yorgunluk unutuluyor köye gelince. Bütün ağırlık ve yorgunluk arttı da arttı köyden geri dönünce.
Avrupa'daki mekana gelince gurbet acısı bir kere daha kemiklere kadar hissedildi değil mi? Bağda bostanda eskisi gibi geçmedi vakit değil mi?
Göz gözhaney evler yok niyeyise. İçi odalarla dolu kat kat evler soğuk da soğuk; temmuz sıcağında ortalık buz kesiyordu değil mi? Evlerde akşamüstleri bağırış çığırış yoktu; hayvan sesi, yemek kokusu da gelmiyordu değil mi?Tahta borda kapılar demir kapılara çevrileli günden güne de olsa zor zor açılıyordu değil mi?
Her şeyi bilen, her şeyi çok iyi hatırlayan büyükler bile hatırası çok ama hatırlanacağı yok gibi duruyordu değil mi?
En ağır, en zor; en hoş, en mutlu günlerin geçtiği harman yerleri de ses vermedi kimseye değil mi?
Yaramazlıklarımıza tahammül eden, büyüdükçe uslandığımızı görüp sevinen ağabeylerin, amcaların, dayıların çoğu da mezardaydı değil mi? Sıcaktan soğuktan, yağmurdan yaştan, kardan borandan bizi koruyup kollayan teyzelerin ebelerin hemen hepsi de mezardaydı değil mi?
'Sen de sen, ben de ben' diye diye oynarken bile hep mutlu olduğumuz arkadaşlarımız da yad yaban olmuş, bizler gibi yaban elde nasip aramış durmuş değil mi?
Ahretliklerin, bacılıkların, abaların, teyzelerin kelebacımlarının da eski tadı yoktu değil mi?
İdare lambaları, kandiller, löküsler, sokak lambaları altındaki sohbetin tadı bilmem kaç watlık avizelerin altında arandı ama yoktu değil mi?Avlularda bulgur kazanı kaynamıyordu; sergilerde serçelere, kargalara 'huy huy' edilmiyordu değil mi?
Sokudan geçtim, linkler de yok artık değil mi? Bulgur çeken kızlarla mani atışmalarını bilen eden yoktur ya sokakta türkü çığıran delikanlılar da yoktu artık değil mi?
Ekinde dikinde yalnız koymadık birbirimizi. Harmanda dermanda hep bir aradaydık. Gecenin bir vaktinde sap saçarken, kabayelde harman savururken acısına tatlısına bakmadan yenen hırt hırt keleklerine tarlalarda rastlanmadı artık değil mi?
Halini soran, derdine derman olan büyüklerin susmuş, senin derdin onun umurunda değil değil mi? Cümle alem söz birliği etmiş sanki. Her yer, herkes sus pus değil mi?
Hısım akraba, nedendir bilinmez, kendi kabuğunda, kendi keyfinde değil mi?Herkesin derdi ötekini bastırıyor değil mi?Dertsiz başıma dert açmayım deyin bir köşeye çekilenler de derde giriftar değil mi?Yorgun argın düştüğümüz yolların da hatırı yok artık değil mi?
Yüzlerce yıldan beri araların, dedelerin ayak izleriyle oluşan köyden çıkıp tarlaya uzanan yollar da bir şey demiyor artık. Traktör, biçer över sesleri onları da susturmuş sanki.Köy boşalmış, evler sessizliğe esir olmuş sanki.Ne aksakallı dedeler ne başörtülü ebeler var. Birinin hali ötekine belli konu komşu yok sanki.
Yaz işi yazın kış işi kışın yapılırdı. Kışta yapılan düğün dernek yaz işi oldu. Oldu ama gününü de şaşırdı; saatlik oldu artık düğünlerimiz değil mi? Köyde düğün dernek var aslında. Var olmasına var da herkes, 'Çağırsa da gitmesem, çağırmasa da küssem' havasında değil mi? Düğün düzgün de tat vermiyor değil mi? Hısım akrabası çok olan da kendi çalıp kendi oynuyor değil mi?
Toprak yorgunu insanımız, umudu yine toprakta arıyor değil mi?
Aç da olsak açık da olsak huzurlu, mutlu yaşadığımız; yolunda belinde eğlendiğimiz, tarlada tapanda, yaylada yazıda büyüdüğümüz köyümüz, vatanımız bize artık çok yabancı değil mi?Her dağın boranı kendine göre değil mi?
Karının kederi ayrı kocanın kederi de bir ayrı değil mi? Çocukların kimisi, dağın karı gibi soğuk değil mi?Düğünün derneğin tadı tuzu yok artık değil mi?
Gurbette büyüsek de köyde büyüsek de orada bu az ömre sığacak o kadar çok şey öğrendik ki köyümüzden, köylümüzden. Hepimiz birbirimize minnet borçluyuz. Borcumuzu kültürümüze hizmetle ödeyeceğimize inanıyorum.
Köyümüzü hepimiz, en az birbirimiz kadar seviyoruz. Köyümüzde hala eli öpülesi insanlar var çok şükür. İşte bu yüzdendir ki köyümüz, yaşanası bir köydür.
Benim yaş altındakiler benim yazdıklarımı kitaplarda okudu, filmlerde seyretti. Belki büyüklerinden dinleyenler de oldu. Bizden evvelkiler, bize ne dedi pek bilemiyorum.
'Gurbet, insanın kendine doğru yaptığı bir yolculuk' işte! Gurbet, gurbet, gurbet!' Ah gurbet, ah!
(*) Goncey, Avrupalı Türklerin yaz mevsimindeki bir aylık izin süresi