Yaz sıcağının kavurduğu topraklarda alevler gökyüzünü sarmıştı. Bursa'nın ormanlık alanlarında yükselen dumanlar, sadece ağaçları değil, vicdanları da yakıyordu.

O anlarda bir traktör sesi duyuldu. Patlak lastiğiyle ilerlemeye çalışan eski bir traktör. Direksiyonun başında ise yaşlı, ama dimdik duran bir çiftçi: Ramazan Amca.

Kimse çağırmamıştı onu. Bir görevli, bir makam, bir çağrı beklememişti. O, vicdanın çağrısını duymuştu.

Çatlamış elleriyle direksiyonu sımsıkı kavrayarak, sularla dolu römorkunu yangın bölgesine doğru çekmeye başlamıştı. Ama ne başlama…

Her adımında bir kararlılık, her dönüşünde bir umut vardı.

Lastiği patlamıştı ama yüreği dimdikti. Teker dönerken inliyordu ama Ramazan Amca susuyordu.

Bu sessizlik, binlerce sözden daha çok şey anlatıyordu aslında. Tıpkı Kurtuluş Savaşı’nda cepheye mermi taşıyan kadınlar gibi…

Tıpkı kağnıların arasından yükselen bağımsızlık türküleri gibi.

Öyle ki, Ramazan Amca’nın bu sessiz kahramanlığı, ister istemez akıllara tarihimize altın harflerle yazılan Şerife Bacı’yı getiriyor. 1921 yılında, Kastamonu’dan cepheye cephane taşıyan Şerife Bacı, kar fırtınasında bebeğini paltosuna sarıp kağnısıyla yola çıkmıştı. Soğuktan donarak hayatını kaybetti ama cephaneyi yerine ulaştırdı. O gün kağnıların tekerleri altında kar inliyordu; bugün Ramazan Amca’nın traktörüyle yanık toprağın üstünde dönen tekerler aynı ruhu taşıyordu. Biri mermi taşıdı, diğeri su; biri düşmana karşı, diğeri ateşe karşı direndi. Ama ikisinin de yüreğinde vatan vardı.

Ramazan Amca’nın yaptığı, sadece bir sutaşıma eylemi değildi. O, bir bilinç, bir ruh hali, bir insanlık dersi taşıdı traktörünün arkasında. Her virajda, her yükselişte, geçmişin fedakâr ruhu yankılandı.

Ramazan Amca'nın su yüklü römorku, bugün için küçük ama vicdanlar için çok büyük bir destanın adı oldu.

Gözlerimizi nemlendiren bu destanı yazmak istedim.

Ramazan amca o görüntüsüyle içinden geldiği gibi, beklentisizce yaptığı bu fedakârlık Türkiye’nin yüreğine dokundu. Sosyal medyada milyonlarca insan onun bu davranışını takdir etti.

Ama asıl kıymetli olan, bu takdirin sadece alkışlarla kalmamasıydı.

Balıkesir’in Halalca Köyü’nde faaliyet gösteren Volkan Römork’un sahipleri, Ramazan Amca’nın bu yürek burkan ama bir o kadar da onurlu davranışını görmezden gelmedi. Onlar da gönüllerine düşen sorumluluğu yerine getirerek hepimizi derinden etkileyen bir fedakârlıkta bulundular. Bu duyarlı adımı, Orman Genel Müdürlüğü ve bazı hayırseverlerin gönderdikleri römorklar izledi.

Ancak Ramazan Amca, gösterişten uzak, sükûnet içinde konuştu:
“Bana haber vermeden göndermişler. Haber verselerdi kabul etmezdim. İki römorku da köy muhtarlığına teslim ettim, anahtarları muhtara verdim. Arayan çok oldu, IBAN isteyenler var para göndermek için… Ama ben bunu onun için yapmadım. Sağ olsunlar.”

Bu çağ, sadece ormanlarımızı değil, vicdanlarımızı da korumamız gereken bir çağ dostlar.

Ramazan Amca’nın yaptığı, sadece bir sutaşıma eylemi değildi. O, bir bilinç, bir ruh hali, bir insanlık dersi taşıdı traktörünün arkasında. Her virajda, her yükselişte, geçmişin fedakâr ruhu yankılandı.

Kutsal vatan toprağının dili olsa da konuşsa… Belki şöyle derdi:
“Kurtuluş Savaşı’nda mermiyi omzunda taşıyan analarınız vardı; şimdi suyu patlak lastiğiyle taşıyan babalarınız var. Bu milletin mayası sağlam.”

Ve bizlere düşen ise şu: Her gün yangınlarla sınanıyoruz, kimi zaman doğada, kimi zaman insanlığımızda. Ama hâlâ Ramazan Amca gibi koca yürekli insanlar oldukça, bu topraklar yanmaz, bu millet yıkılmaz.

Çünkü şartlar ne kadar olumsuz olursa olsun, modern çağ değerlerimizi öğütse de bu topraklarda hâlâ birlik var, dayanışma var, insanlık var.
O sebeple, patlak lastiğe aldırmadan yangına koşan bir insanın gösterdiği azim, hepimize ders olmalı.
O bir kişiydi belki ama arkasında milyonların vicdanını harekete geçirdi.
Ve gösterdi ki; biz hâlâ bir milletiz. Yan yana, omuz omuza, aynı yangına su taşıyan bir millet...