İnsanın huzur ve güven içinde yaşadığı, hür olmanın şerefini taşıdığı toprağın adıdır vatan. Aynı değerler uğruna baş koyanların, aynı ideallerle geleceği inşa edenlerin yurdudur vatan. Dinini, milletini, şeref ve izzetini korumak için şehadet şerbeti içenlerin, gazi olup varlığından geçenlerin emanetidir. Nitekim bu emanete sahip çıkıp onu savunmanın karşılığı özgürlüktür.

Yüce Rabbimizin korunmasını emrettiği mukaddes değerler uğruna can vermenin adı olan şehitlik, dinimize göre en yüce makamlardan biridir. Çünkü şehit; din, vatan, millet, devlet ve istiklal uğruna anadan, babadan, yardan, evlattan, hâsılı tüm sevdiklerinden ayrılmayı göze almış, mukaddesatı uğruna gözünü kırpmadan canını feda etmiştir. Bu eşsiz fedakârlığının mükâfatı ise Yüce Rabbimizin sonsuz iltifatına ve ikramına mazhar olmaktır. Cenâb-ı Hak şehidin ulaşacağı bu yüce makamı şöyle haber vermektedir: “Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma! Bilakis onlar diridirler; Allah’ın, lütuf ve kereminden kendilerine verdikleri ile sevinçli bir halde Rableri yanında rızıklara mazhar olmaktadırlar. Arkalarından gelecek ve henüz kendilerine katılmamış olan şehit kardeşlerine de hiçbir keder ve korku bulunmadığı müjdesinin sevincini duymaktadırlar” (Ali İmran 3/169-170). Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) ise şehidin ahiretteki durumu hakkında şöyle buyurmuştur: “Cennete giren hiçbir kimse, yeryüzündeki her şey kendisinin olsa bile dünyaya geri dönmeyi arzu etmez. Sadece şehit, gördüğü itibar ve ikram sebebiyle tekrar dünyaya dönmeyi ve onlarca kez yeniden şehit olmayı ister” (Buhari, Cihad, 6).

Bize bu cennet vatanı miras bırakan ecdadımız, Allah’a olan imanları, vatana olan sevdaları, cesaretleri ve fedakârlıklarıyla üzerinde yaşadığımız bu toprakları asırlarca korumuştur. Tarihin hiçbir döneminde inancından ve bağımsızlığından taviz vermemiş, zulme asla boyun eğmemiştir. “Ölürsem şehit, kalırsam gazi” şuuruyla vatanın her karış toprağı için çarpışmış, ne pahasına olursa olsun canından aziz bildiği yurduna düşmanları uğratmamıştır. Tarih, vatanı ve mukaddesatı uğruna her türlü zorluğa göğüs geren şanlı ecdadımızın kahramanlık destanlarıyla doludur. İşte imanlı sinelerin Allah aşkıyla şahlandığı bu destanlardan biri de Çanakkale zaferidir. Kadınıyla erkeğiyle, genciyle yaşlısıyla bir milletin omuz omuza vererek üstlendiği büyük mücadelenin adıdır Çanakkale zaferi. İsmini Sevgili Peygamberimiz’den alan Kahraman Mehmetçiğin, imanından aldığı güçle bütün dünyaya “Çanakkale Geçilmez” diye haykırdığı, tertemiz alnından vurulup toprağa düştüğü yerdir Çanakkale. Yüreği sarsılmaz bir imanla dolu olanların, kalbi vatan aşkıyla çarpanların yedi düvele karşı bütün yokluk ve imkânsızlıklara rağmen kazandığı zaferdir Çanakkale. İstiklâl şairimiz Mehmet Akif Ersoy şu dizelerle anlatır Çanakkale destanını:

“Şu Boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi?

En kesif orduların yükleniyor dördü beşi.

Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya,

Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya”.

Bu büyük zafer bize bir kez daha göstermiştir ki; Allah’ın rızasını kazanmak, i‘lâ-yi kelimetullahı yeryüzüne hâkim kılmak için çarpan yürekler asla esaret altına alınamayacaktır. Yurdumuzun üstünde tüten en son ocak sönmeden, rengini şehidin kanından alan al bayrağımız inmeyecektir. Şehadetleri dinin temeli olan ezân-ı Muhammedî hiçbir zaman dinmeyecektir. Bu uğurda gerekirse nice canlar verilecek, ancak mabedimizin göğsüne nâmahrem eli değmeyecektir. Hakk’a tapan milletimizin birlik ve beraberliğine göz dikenler asla muvaffak olamayacaktır.

Millet olarak birlik, beraberlik ve kardeşlik şuurunu diri tuttuğumuz, değerlerimize sahip çıktığımız müddetçe karşı koyamayacağımız hiçbir hain saldırı, kazanamayacağımız hiçbir mücadele, elde edemeyeceğimiz hiçbir zafer yoktur. Bugün bizlere düşen, Çanakkale’de şahlanan o muazzam ruhun idrakinde olmaktır. Bizi biz yapan, bizi millet yapan değerlerimizin etrafında kenetlenmek, onları nesillerimize aktarmaktır. Şehit ve gazilerimizin emaneti olan mukaddesatımızı aynı bilinç ve idealle yarınlara taşımaktır. Yazımıza yine M. Akif’in şu güzel dizeleriyle son verelim:

“Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,

Sana âğûşunu açmış duruyor Peygamber”.

Ömer Faruk CAN

Uzman Vaiz

MEAL OKUYORUM

Onlar ayakta dururken, otururken, yatarken hep Allah’ı anarlar; göklerin ve yerin yaratılışını düşünürler (ve şöyle derler:) “Rabbimiz! Sen bunu boş yere yaratmadın, seni tenzih ve takdis ederiz. Bizi cehennem azabından koru!

(Al-i İmran 3/191)

HER GÜNE BİR HADİS

Üç şey öleni (mezara kadar) takip eder; ikisi geri döner, biri kalır. Ailesi, malı ve ameli onu takip eder. Ailesi ve malı geri döner, ameli kalır.” (Müslim, Zühd, 5)

GÜNÜN DUASI

Allah’ım, fakirlikte de, zenginlikte de tutumlu olmayı nasip et!

Allah’ım, borç altında ezilmekten ve düşmanın galebesinden sana sığınırım. [Nesai ,Buhari]

BİR SORU-BİR CEVAP

Oruçlu iken böbrek taşı kırdırmak orucu bozar mı?

Oruçlu olan bir kimsenin, vücuduna gıda verici bir madde enjekte edilmeden böbrek taşı kırdırmasıyla orucu bozulmaz. Bu operasyon esnasında böbreklere kan akması da orucu bozmaz. (Fetvalar,DİB Yay.syf.276)