Özcan Türkmen

Neyin doğru yanlış, neyin iyi ve kötü, neyin ahlaki ve ahlak dışı oluğunu tam bilemez hale geldik niyeyse.
Hiçbir şeyi gizlemeden, samimi olarak, yalansız, riyasız konuşmak; açık yürekle söylemek varken çoğu zaman şaşırıp kalıveriyoruz neredeyse.
Hayatımızı sorgulamıyoruz; ölümü hep göz ardı ediyoruz. Umursamaz vaziyetteyiz. Kaygısız oluveriyoruz. Küçük şeylere gereğinde fazla önem veriyoruz.
Hayatı kendi arzumuza göre yaşamak isteğimize türlü bahaneler buluyoruz. Asıl yapmamız gerekenleri, sürekli erteliyoruz.
Başkalarını da kendimiz gibi görüp gösterişe kaçmadan yaşamanın zorluğuna hepimiz inanıyoruz.
Riyakarlık, dalkavukluk, gerçek olmayan saygı vb. sebeplerle hiç de hak etmeyenler önünde iki büklüm oluveriyoruz.
Samimiyet ile riyakarlığı, zeka ile kurnazlığı, dürüstlükle kabalığı ayırmada her geçen gün zorlanıyoruz.
Gezerken, eğlenirken, bol bol tüketirken, alış verişe kendimizi kaptırırken; görürken, duyarken, konuşurken, yiyip içerken, yürürken, otururken, gülerken … doyumsuz oluyoruz.
Geçici zevk ve mutlulukları abarttıkça abartıyoruz.
Vitrinde olabilmek, önde kalabilmek için her çareye başvurulabiliyoruz.
Hepimiz kabul görmek taltif edilmek itibar görmek istiyoruz.
Etkilemek; beğenilmek, hepimize, gereğinden daha fazla haz veriyor.
Halimize yanmayıp hep başka birileri gibi olmak istiyoruz niyeyse. Gözümüz gönlümüz, niyeyse, hep başkasında, hep başkasında olanda... Arzu ve isteklerimiz kabardıkça kabarıyor; anlamsız hırsların esiri olmadan edemiyoruz niyeyse.
Moda tutkunluğu, marka tutkunluğu bize neler ediyor neler. Güzel görünmek için, çevremize beğenilmek için nelere katlanıyoruz nelere…
Zenginlik arama, haz ve şan şeref elde etme ihtiyacı hepimizde mevcut mevcut olmasına da kariyerdi, makamdı, statüydü … derken tutkumuz kemirdikçe kemiriyor içimizi.
Birilerine birilerinden ayrıcalıklı görünmek, aşırı zevk veriyor bize. Bilimde, fende, sporda, kültürde önde olanları, maalesef, görmezden geliyoruz. Maalesef, sanata ve sanatçıya ilgi desteği yerli yerince beceremiyoruz; hoş böyle bir endişemiz de yok...
İhtişamlı davetler, görkemli açılışlar, abarttıkça abartılan düğünler bizi de tahrik ediyor.
Donattıkça donatılan sofraları bizim de canımız çekiyor.
Bütün bunlar böyle oluyor olmasına da biz; el yapıyor, ben de yaparım takıntısından; içten gelerek, gerektiği için değil de 'elgördü', 'ele gösteriş' için başkası yapmak hevesinden uzaklaşalım n'olur.
Dostlar alışverişte görsün hesabı uluorta boy gösterme huyumuzdan, kimin kağnısı gıcırdaklı ise ona binme çabamızdan, artık, vaz geçelim n'olur.
Kalıbı kıyafeti uygun, kelle kulak yerinde insanların yanında biz de kendimizle barışık olarak kelli felli (kerli ferli) kalabilsek keşke.
Sıradan, en çok bilinen, en gösterişsiz şeyleri de kendi ışıklı yanlarından görebilirsek keşke.
Büyüklük taslama huyumuzdan, gereksiz şatafattan, çalım satmaktan, hacıağalık etmekten, anlamsız gösterişlerimizden bir vazgeçebilsek n'olur acaba.
Gerçek mutluluğun gösterişten uzak, sade bir hayat yaşamak ve diğer insanlara dost olmakla mümkün olduğunu tam kavrayabilsek n'olur acaba.
'Dünyevi tüm soru ve cevaplar, ölümle birlikte anlamsızlaşacak ve kişiye hiçbir fayda sağalmayacaktır.'
El gördülük iş yapmanın, alengirli olmanın, durup durup ilvan dökmenin bir anlamı yok. Bu yapmacık gösterişimizin iğrenç bir yalan olduğunun farkına varalım n'olur.
N'olur bize 'Ayasofya'da dilenip Sultanahmet'te sadaka (zekat) veriyor' demesinler.
N'olur bize 'Ayranı yok içmeye fayton ile gider s.çmaya' densinler; n'olur.
'Gösterişe kaçmayalım' n'olur.