Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda çözülecek onca sorun arasında yer alan en önemli sorunlardan biri de ‘para’ sorunuydu. Milli bir para sistemi ve para politikalarının oluşturulması en ciddi konuların arasındaydı.

Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda çözülecek onca sorun arasında yer alan en önemli sorunlardan biri de 'para' sorunuydu. Milli bir para sistemi ve para politikalarının oluşturulması en ciddi konuların arasındaydı.
Genç Cumhuriyet de bankacılık sistemi yoktu. Ama asıl ihtiyaç, para basma hakkına sahip bir kurumdu. 11 Haziran 1930 tarihinde Cumhuriyet tarihinin en önemli kararlarından birine imza atılmış, TBMM, 1715 Sayılı Kanun'la sermaye gruplarının baskısına rağmen Merkez Bankası kurulma kararı almıştı. Merkez Bankası'nın kurulma süreci de Cumhuriyet kadrolarının ileri görüşlülüğünü ortaya koymaktadır. Özellikle yabancı uzmanlar, İş Bankası'nın Merkez Bankası gibi görev almasını isteniş ve bu yönde çaba sarf etmişti. Ancak buna İsmet İnönü izin vermemiş ve bu görüşü reddetmişti. Bu görüş devletçi politikalara geçişte büyük rol oynamıştı. Atatürk ve İnönü'nün iktisat politikalarına bakış açısı Merkez Bankası'nın kuruluşunda kendini tamamen göstermişti.
1715 Sayılı Kanun, 1970 yılında yürürlüğe giren ve halen yürürlükte olan ikinci Merkez Bankası Kanunundan bile daha özerk bir yapıdaydı. 1715 Sayılı kanunda Merkez Bankası'ndaki Hazinenin payı %15 ile sınırlı kalırken 1970 yılında bu oran %51'e çıkarılmıştı. Oysa Atatürk ve İnönü, Merkez Bankası politikalarını hükümetlerin popülist politikalarına alet olmasın diye Hazinenin payını %15 ile sınırlamıştı.
Dolayısıyla Merkez Bankası kararlarında hükümet etkisi olmaması amaçlanmıştı. Ancak daha sonra bu kanun popülist politikalar uygulanacak şekilde değiştirilmiştir.
Merkez Bankası, 3 Ekim 1931 yılında faaliyete geçmişti. Osmanlı'dan bu yana para basma hakkını elinde bulunduran yabancı sermaye gruplarının yönetimini oluşturduğu kurumlar yerine genç Cumhuriyet para basma imtiyazını Merkez Bankasına vermişti. Merkez Bankasının kurulması para basma yetkisi dışında para politikasını yönlendirecek olmasından dolayı da oldukça önemliydi. Osmanlı'nın uyguladığı üç kaime denemesinde de bankerlerin, sarrafların, devlet bürokratların ve yabancı sermayedarların dilediği gibi yönlendirebildiği, baskı kurabildiği, manipüle edebildiği para piyasası artık doğrudan cumhuriyet yani devlet kurumu tarafından kontrol edilebilecek, denetlenecek ve müdahale edilebilecekti. Devlet, kağıt para basım işi için de Osmanlı'da olduğu gibi yabancı ülkelerin himayesindeki başka bankaların ve hissedarlara faiz, komisyon veya herhangi bir başka imtiyaz vermeyecekti. Eğer Cumhuriyet kimsesizlerin kimsesiyse Merkez Bankası da o kimsesiz kalmış kağıt paranın babasıydı.
BAĞIMSIZ MERKEZ BANKASI NEDEN ÖNEMLİ?
Bağımsız bir Merkez Bankasının birçok açıdan önemi bulunuyor. Nitekim 2019'da Merkez Bankası Başkanının görevden alınmasıyla yeniden gündeme gelen Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası'nın bağımsızlığı meselesi üzerinde durmak gerekiyor.
Dr. Mahfi Eğilmez'in yazdığı gibi 'Merkez Bankasının bağımsızlığı meselesi özünde kağıt para basımı konusunda siyasal iktidardan bağımsız olmasıdır. Merkez bankası bağımsızlığı ilk kez David Ricardo'nun 1824'de para arzını sağlayacak olan merkez bankasının harcama yapan hükümetten farklı bir kurum olması gerektiğini ifade etmesiyle gündeme gelmiştir. İşin özü budur. Madeni paranın yerini almaya başlayan kağıt para, parasal genişleme işini iyiden iyiye kolaylaştırdı. Ne kağıdın ne de mürekkebin sınırı vardı. Birkaç liralık masrafla binlerce liralık kağıt para basılabiliyordu. Bu imkan hükümetlere diledikleri kadar para basma yetkisi veriyordu. Özellikle Birinci Dünya Savaşı sonrasında birkaç ülke dışındaki bütün ülkeler kağıt para basımı karşılığında kasaya altın koyma işini de bırakınca karşılıksız kalan kağıt paranın çoğaltılmasının önünde engel kalmadı. İşte merkez bankası bağımsızlığı burada devreye girdi. Merkez bankası, hükümetlerin istediği kadar para basmayacak, ekonomik gereklere uygun para basacaktı. Para basma kararı Merkez Bankası'na ait olacak ve ona müdahale edilmeyecekti. Gerçek bağımsızlık buydu, hala da budur.'