Türk toplumu artık giderek adı konulmamış şekilde bir içe dönüş yaşıyor. Ancak bu içe dönüş kendini tanıma olarak değil tam tersi kendini dış dünyaya kapatma ve kendinden olmayanı dışlama hatta onlara öfkelenme, güvenmeme ve itibar göstermeme haline dönüşmüş durumda. Bu o kadar belirgin noktalara ulaştı ki artık aynı grup hatta aynı siyasi kültürlerden gelen insanların karşılıklı çay içmesi bile düşünülemez duruma ulaştı. Eğer bu gerçekleşirse de büyük bir olay haline dönüşüyor.
Pew Araştırma Merkezi geçtiğimiz yıllarda bir araştırma yapmıştı. Bu araştırmaya göre Türklerin diğer milletlere oldukça olumsuz yaklaştığı gözler önüne serilmişti. Buna göre en sevilmeyen ülkelerin başında İsrail vardı. Toplumun yalnızca yüzde 2'si İsrail'e olumlu bakıyordu. Sadece yüzde 19'u ABD'ye olumlu yaklaşırken Avrupa Birliği ülkeleri, Çin, Brezilya ve Rusya için de durum farklı değildi. İran ve Suudi Arabistan gibi Müslüman ülkelerin de pek sevilmediği ortaya konulmuştu. Kısacası kendimizden başkasını sevmediğimiz açık şekilde ortaya çıkmıştı. Bugün buna benzer bir araştırma yapılsa inanın sonuç farklı çıkmaz.
BİRBİRİMİZİ DE SEVMİYORUZ
Aynı araştırmada bireyler arası ilişkilere geldiğinde daha da öze, ben merkeze döndüğümüz görülmüştü. Çünkü 'Kişiler arası güven' araştırmaları Türkiye'nin dünyanın en güvensiz toplumlarından biri olduğunu ortaya koymuştu. Örneğin, 2008 tarihli Dünya Değerler Araştırması'nda Türkiye kişiler arası güven anketinde 60 ülke arasında sonuncu durumdaydı. Türklerin sadece yüzde 4,9'u 'Diğer insanlara çoğunlukla güvenilebilir' çıkmıştı ki bu oran sadece 20 yıl önce korkunç bir soykırım yaşamış olan Ruanda ile aynı düzeydeydi. Kuzey Avrupa ülkelerinde bu oran yüzde 70'lerin üzerindeydi...
UZLAŞI VE AKLIN YERİNİ NEFRET ALMIŞ
Sokakta, statta, kahvede, AVM'lerde insanların birbirinin yüzüne nefretle bakması, kendinden olmayanı ve kendi gibi düşünmeyeni direkt öldürmek istemesi işte bu araştırmaların sonuçlarında yatıyor. Bu veriler doğrultusunda uzlaşı ve aklın yerini nefret ve ötekileştirmenin aldığı ortada.
Kısacası paranoyak bir halde, birbirimizi yok etmenin peşine düşmüşüz. Siyasette, sporda, müzikte, sinemada, içilen kahvenin şekerli-şekersiz oluşunda bile birbirimize öfke kusuyor, sonra da kustuğumuz öfkeyi meşrulaştırmak için kendimize yandaş arıyoruz.
Kim kendisine daha çok yandaş toplarsa da haklı o oluyor.
Eskişehir'de de bunu çok belirgin bir şekilde görüyoruz. En yakın örneğini görmek için sadece birkaç gün önceye dönmek zaten yeterli değil mi?
Dışarıdaki rakibi bile bırakıp parti içi rekabet ve yarış altında yaşananlar başka nasıl açıklanabilir ki?