Hayattan en temel beklentimiz, onurumuzla yaşayabilmektir. Kimseye yük olmadan, kimsenin minnetini taşımadan, hür bir şekilde nefes almak…
Yüce Yaratıcı, her insana minnetsiz, tertemiz bir hayat ihsan etti. Fakat insanın doymak bilmeyen ihtirasları, kıskançlığı ve şan–şöhret, makam tutkusu bu güzelliği gölgeledi.
Toplum halinde yaşamanın en değerli yönlerinden biri yardımlaşma ve dayanışmadır. Ama yardımlaşmanın da bir adabı, bir izzeti vardır: Minnetsiz, onur kırmayan, insanı küçültmeyen…
Bazen bir bakış, bazen küçümseyici bir söz, yapılan yardımı ağır bir yük hâline getirir. Karakışta üşüyen bir insanın ellerine tutuşturulan bir yardım, eğer minnetle kirlenmişse, kışın ayazından çok daha keskin bir soğukla üşütür ruhunu. O an izzetiyle üşümeyi seçmek, minnetle ısınmaktan çok daha onurludur.
Bugün etrafımıza bakınca, mevsimler gibi karakteri değişmeyen, dün söylediğini bugün inkâr etmeyen doğru, düzgün ve karakterli insanların giderek azaldığını görmek acı verici.
Bir zamanlar bir sözle dünyayı yerinden oynatan, hakkı savunurken bedel ödemeyi göze alan insanlar vardı. Şimdi ise rüzgârın estiği yöne göre yön değiştiren, fırıldak görünümlü günü kurtarmak için sözünü yutan bir kuşak türedi. Bu kadar fırıldak olmaya değer mi? Bu fani hayatta!
Bitmedi…
Siyasetin gölgesinde, güce boyun eğip eğilip bükülen öyle tipler var ki… Daha düne kadar ağır sözlerle eleştirdikleri kişilere bugün methiyeler diziyorlar. Hak etmedikleri makamlara gelebilmek için, sanki rüzgârın yönüne göre kanat çırpan bir güvercin misali, her türlü taklayı atmaktan çekinmiyorlar.
Oysa emanet, adamına ya da kendi partilisine, cemaatine, akrabasına değil; ehline, gerçekten layık olana teslim edilmelidir.
Ne acıdır ki dün halka “Hakkınızı arayın!” diye haykıranlar, bugün koltuklarını koruma uğruna o halkın sesini bastırmak için canhıraş çabalıyor. Bu çelişkili manzara, siyasetin ne denli kirlenebileceğinin en canlı göstergesi…
Kamera önünde tokalaşırken bile samimiyetsiz gülüşleriyle maskelerini ele veren, siyasetçinin el kaldırmasıyla alkışa başlayan, onun kaş çatmasıyla söze başlayan kuklalar…
Bu manzara, yalnızca siyasetin değil, toplumun da vicdanını yaralıyor.
Bir düşünün: Liyakatli, işinin ehli bir insan, yalnızca doğru bildiğini dile getirdiği için kapı dışarı edilirken; menfaatine dokunmayan, güce boyun eğenler el üstünde tutuluyor.
Geçenlerde sosyal medyada karşıma çıkan bir söz çok dikkatimi çekti:
“Çocuktum… Anneme, ‘Ağaca çıkacağım, yardım et’ dedim. O da, ‘Başkasının çıkardığı yerden inemezsin, düşersin’ dedi.”
İşte bu cümle, erdemin değil çıkarın hüküm sürdüğü bir dünyanın en yalın göstergesi değil mi? Böyle bir düzeni ayakta tutanlar; gücün etrafında dönen, değerli hissetmek için başkasının gölgesine sığınan kuklalar değil de kimlerdir?
Gerçek erdem, güçlü olanın önünde eğilmemek ve haklı olanda dimdik durmaktır. Zor zamanlarda doğruyu söylemek, alkışlar arasında değil, sessizlik ve hatta yuhalamalar arasında bile doğruda ısrar etmektir. Büyüklerimiz hep söylerdi. “Doğru eğilir ama yıkılmaz” diye. Bunu yaşayarak görüyor insan.
Böyle insanlar, toplumun onurunu taşırlar. Çünkü dik duran bir insan, yalnızca kendisi için değil, sessiz kalmış milyonların sesi için de ayaktadır.
Unutmayalım, karanlık bir odada tek bir mum bile göz kamaştırır. Güce karşı eğilmeyen, menfaat uğruna karakterini satmayan insanlar da toplum için böyle kandiller gibidir.
Belki bugün hak ettikleri ilgiyi görmezler, belki alkışlar başkalarının adınadır; ama tarih, gerçek kahramanların adını fısıldamaya devam eder.
Son söz: Onurlu yaşamak kolay değil. Menfaatin cazibesi, gücün baskısı ve kalabalığın alkışı, insanı kolayca yolundan edebilir. Ama onurlu yaşamak, bir ömrü anlamlı kılar.
Bugün izzetiyle üşüyenler, yarın toplumun vicdanında ısınacak olanlardır. Hayatı onurlu yaşayıp yaşatanlara ne mutlu!