Yerel seçimler geride kaldı. Seçmen son sözünü sandıkta söyledi. Kazananlar var kaybedenler var.

Bazı kentlerde ve ilçelerde Belediye Başkanlık koltuklarına yeni isimler oturacak.

Başta memleketim Gümüşhane’de iki dönem başkanlık yapan ancak üçüncü dönem hayalleri yıkılan Ercan Çimen’in yerine MHP’den yakından tanıdığım Vedat Soner Başer Gümüşhane’nin yeni Belediye Başkanı seçildi.

Kadim kentimiz Eskişehir’in çeyrek asırlık efsane başkan Yılmaz Büyükerşen’in bu seçimde aday olmaması nedeniyle yerine aday gösterilen ve yaklaşık 15 yıldır yakından tanıdığım Av.Ayşe Ünlüce Büyükşehir Belediye Başkanı seçildi.

Her iki başkanımızı tebrik ediyor başarılar diliyoruz.

Bu kutsal vazife için hak, hukuk ve adaletten ayrılmadan, vatandaşlar ile gönül köprüleri kuracak, ayrıştırmadan, ötekileştirmeden başkanlık koltuğuna oturacak diğer tüm başkanlarımızı tebrik ediyorum.

Bu satırları yazarken kesin sonuçlar YSK tarafından henüz ilan edilmediğinden seçimlerin geniş analizini bir sonraki yazımda yazmayı düşünüyorum.

Gördüğümüz kadarıyla bir çok seçim bölgesine itirazlar var. Yeniden sayımlar oluyor. Siyasetin doğasında itirazlar hep vardır.

Ama görebildiğimiz kadarıyla bazı illerde, ilçelerde favori gösterilen adayların kaybettiği dolayısıyla sürprizlerin yaşandığı bir seçimi geride bıraktık.

Neden böyle oldu? Bu sorunun cevabını toplum bilimciler ve işin uzmanları yorumlayacaktır elbette.

Haftaya yeni başkanlarımız Ayşe Ünlüce’yi sonra Vedat Soner Başer’i yazma sözü ile asıl yazmak istediğim konuya gelelim.

Öyleki uzun süredir yazmak isteyip te yazamamıştım.

Yaşı ileri olanlar…

Hani şu parklarda, dinlenme alanlarında yalnız başına zamanı tüketen koca çınarlarımız.

Yazılarımızı takip eden okuyucular anımsarlar bazen onlar hakkındaki düşüncelerimi bu köşede dile getiriyorum.

Ancak bu sefer farklı.

Bir süre önce değer verdiğim bir ağabeyimin gönderdiği duygu yüklü paylaşımı değerliydi.

Taa o zaman yazmak istemiştim ancak bugüne kısmetmiş.

Hani şu parklarda, cami avlularında ellerinde tesbih bankların üzerinde oturup önünden gelip geçenleri solgun ve yorgun gözlerle izleyenler…

Ahir ömürlerinde anadan, babadan, eşten, kardeşten ayrı, kimselere sezdirmeden yaşama umudu belliki yüreklerinde çoktan göç etmiş yaşlılarımız.

İhtiyarlık omuzlarında ağır bir taş olmuştur.

Kiminin babası, amcası, dayısı yahut komşusu.

Gördüğünüzde yanına yaklaşın bir selam verin. Sanki dünyaları onlara bağışlamış gibi bir hisse kapılırlar.

Yüzlerine yayılan tebessümle gönül kapılarını ardına kadar açarlar.

Solgun dudaklarında acı bir tebessüm belirir aniden. Göz kapaklarındaki ılık bir ağırlıkla yorgun yorgun yüzünüze bakıp halini arz etmeye başlar.

Hikayesini anlattıkça hüzünlenir içinizde yüreğinizin kanadığını fark etmezler…

Dinledikçe dinlemek istersiniz…

Buruk bir vedayla ayrılırsınız yanlarından.

Neyse…

Ağabeyin watsapp üzerinden gönderdiği yürek yakan cümleler şöyleydi.

“Neden onları çoğu zaman buralarda görürüz! Hiç düşündük mü?

Çünkü ;

“Birçoğunun eşi ölmüştür.

Tek başına yemeğini yapacak, çayını demleyecek durumda değildir.

Gelininin ya da damadının yanına sığınmıştır.

Bedeni ve ruhu artık gerilemeye başlamıştır.

Uzuvları görevini yapamaz hale gelmiştir.

Dermansız, çaresiz, mahsundur.

Yürekleri yumuşamış, gözyaşı gözünün kenarında hazır bekler, gurbetten geleni görse o yaşı akıtır hemen!

Yemeğini üzerine döker, takma dişi ağzından çıkar, dişi gıcırdar, burnu akar, idrarını kaçırır...

Gayri ihtiyari her şey olur!

Damadın, gelinin, oğlunun, kızının, torunların küçük bir sözü gücüne gider.

Üzülür, gözleri dolar, yutkunur!

İçine atar acısını, çaresizliğini!

Sessizce, ezilerek sofradan çekilir, usulca.

Baba niye kalktın, doymadın ki der, kızı, oğlu!

Doydum yavrum doydum, siz devam edin der. Der demesini de yüreği hüzünle dolmuştur dedenin!

Allah'ım beni niye görmüyon,  benimde canımı al! der.

"Canının alınmasını Allah'tan istemek, yalvarmak" duaların en son noktası değil midir?

Ve o dede yine usulca kendini kapıdan dışarı atmanın hesabını yapar, inceden inceye, iç çeke çeke!

Ne desin!

-Yavrum ezan vakti geliyor, ben yavaş yavaş dışarı çıkayım der, ve çıkar.

O dışarı çıkış yanan yüreğine soğuk su gibi gelir.

Ya Alipaşa Cami avlusuna ya da yeraltı çarşısı üzerine ya da Taşhan üstü parka gider, oturur.

Tanımasada selam verip oturur diğer yaşlının yanına.

Gündüzleri camidir, onların sığınacağı  ısınacağı yer. Yüreğine ferahlık bulacağı yer.

Emeklilik maaşı olan bir nebze iyidir ötekilerden.

Gelininin, damadının ihtiyacı da varsa, maaş hatırına ilgilenirler yine.

Ya yoksa?

Yeryüzünün en sevimsizi, en istenmeyeni siz olursunuz.

Gençler!

Varacağımız yer İhtiyarlık Durağı.

Aman ha, parkta oturan yaşlıya, otobüsteki yaşlıya siz siz olun yer verin!

Eleştirmeyin!

O yaşlara gelecek bizlerde sınanacağız!

Hep beraber imtihan halindeyiz, son nefese kadar!

Tanıdığınız yaşlı varsa bir selam verin, sohbet edin, durumuna göre bir çay, bir çorba ikram edin.”

Başka söze ne hacet.

Hepsine sağlıklı uzun ömürler diliyoruz.