İnsanın değeri, kendisine verilen nimet ve yeteneklerle yakından ilgilidir. Düşünme, fikir üretme, bilgi sahibi olma, karar verme ve isteği doğrultusunda amel edebilme yeteneği, onu diğer varlıklardan ayıran başlıca özelliklerdir. Allah (c.c.) insanla birlikte yeryüzü ve çevresinde, canlılara yetebilecek ölçüde rızık ve nimet de yaratmıştır. Öyle ki Kur’an-ı Kerim’de; Allah’ın nimetlerini saymaya kalksanız onları sayamazsınız...” (Nahl 16/18) buyrularak bu nimetlerin sayısal olarak tespitine bile güç yetirilemeyeceği ifade edilmektedir. Bununla birlikte kâinattaki her canlının rızkının, Yaratan tarafından temin edildiği belirtilmiştir (Hûd 11/6). Bu bağlamda, kulun şükür ve kanaat bilinciyle ifrat ve tefride kaçmadan Allah’ın bu nimetlerini yönetme kabiliyetine tüketim ahlakı demek mümkündür. İsraf ise genel manasıyla yemek, içmek, giyip gezmek gibi meşru ve mübah olan hususlarda makul ve maruf sınırı aşmak demektir. İnsan fiillerinde sınırı aşan ve dengesiz harcama yapan kimseye ise müsrif denir.

Tüketim ve harcamada; en aşağı derecede cimrilik, ortası iktisat, aşırısı ise israftır. Allah Teâlâ Kuran-ı Kerim’de mümin kullarının niteliklerini sayarken şöyle buyuruyor: “(Onlar), harcadıklarında ne israf ne de cimrilik ederler; ikisi arasında orta bir yol tutarlar” (Furkan 25/67). Bu sebeple tüketim hususunda İslam bazı esaslar getirmiştir ki onlardan bazıları şunlardır:

Öncelikle insan, sahip olduğu yiyecek, içecek, giyecek, mesken vb. nimetleri sorumsuz, sınırsız tüketme yetkisine sahip değildir. Rabbimiz, insanın kendisine verilen nimetlerden mutlaka hesaba çekileceğini haber vermiştir (Tekâsür 102/8). Dolayısıyla tüketim ihtiyaca göre yapılmalıdır. Nitekim yaşadığımız bu dünyada kaynaklar kısıtlı, ihtiyaç ve istekler ise sınırsızdır. Öyleyse tüketim iktisadî ve ahlakî kurallara göre yapılmalı, ihtiyaca göre tüketimde bulunulmalıdır.

Üretim ve tüketimde helal- haram sınırına dikkat edilmelidir.  Peygamber Efendimiz (s.a.v.) kıyamet günü herkesin mutlaka cevaplayacağı, hesaba çekileceği soruları haber verirken şöyle buyurmuştur: “…malını nereden kazanıp, nereye harcadığından… (Tirmizî, Sıfatü’l-Kıyâme, 1). Kazancımızı nereden sağladığımız, ne işlerle meşgul olduğumuz gibi nereye, nasıl harcadığımız da ahirette bize sorulacaktır.

Başkasının rızkına göz dikilmemeli,  kanaatkâr olunmalıdır. Hz. Peygamber (s.a.v.)’e bir kişi: “Ey Allah’ın elçisi! Bana işlediğim zaman beni hem Allah’ın hem de insanların seveceği bir iş söyle” dedi.  Bunun üzerine Hz. Peygamber şu tavsiyede bulundu: “Dünyaya karşı tok gözlü ol, Allah seni sever. İnsanların elindekine göz dikme insanlar seni severler” (İbn Mace, Zühd, 1). Hadis-i şerif kalben dünyanın terkine,  insanların sahip olduğu mal ve mülke karşı açgözlü ve tamahkâr olunmamasına işaret etmektedir.

Gösteriş ve kibir amaçlı tüketimden sakınılmalıdır. İhtiyacı karşılama amaçlı olmaktan çıkmış, gösteriş ve başkalarını küçük görme niyeti taşıyan her türlü tutum ve davranış İslam’a göre yasaktır. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Kibre düşmeden ve israfa kaçmadan yiyin, sadaka verin ve giyinin!” (Nesâî, Zekât, 66).

Cimrilikten sakınılmalı, cömert olunmalıdır. Rabbimiz Furkan suresinde Rahman’ın has kullarının özelliklerini haber verirken şöyle buyurmuştur: “Yine o iyi kullar, harcama yaptıkları zaman ne saçıp savururlar ne de cimrilik ederler; harcamaları bu ikisi arasında makul bir dengeye göre olur” (Furkan 25/67). Cimrilik, imkân olduğu halde mal ve serveti dinî ve hukukî bakımdan gerekli olan yerlere harcamamak veya hayır yolunda harcama yapmayı sevmemektir. Helâl olan mal ve serveti gereğinden fazla harcamak israf olduğu gibi, gereğinden az harcamak veya ihtiyaç olduğu halde hiç harcamamak cimriliktir.

Tüm bunlardan hareketle yerini bulmayan bir tuğla parçası, yırtılıp atılan bir kâğıt, çöpe atılan bir ekmek parçası, cam kırığı vs. bir israftır. İslâm’a göre, evrendeki her şey Allah’a aittir. İnsanların elde ettiği mal ve mülkün hepsi O’nundur. İnsana düşen görev emanet bilinciyle hareket ederek bütün bu nimetleri itidalli bir şekilde kullanmaktır.

Rabbimiz malımızı ve hayatımızı bereketli eylesin, rızası doğrultusunda bir hayat sürmeyi nasip eylesin...

Celalettin MERT

İl Vaizi

MEAL OKUYORUM

Allah ki, kendisinden başka ilah yoktur elbette kıyamet günü hepinizi huzuruna toplayacaktır, bunda hiçbir kuşku yoktur.

Sözce Allah’tan daha doğru kim vardır!

(Nisâ, 4/87)

GÜNÜN DUASI

“Allah'ım!

Haktan ayrılmaktan, ikiyüzlülükten ve kötü ahlaktan sana sığınırım.”

(Ebu Davud, vitr 32)

HER GÜNE BİR HADİS

“Bir kişinin kalbinde aynı anda iman ile

küfür, doğruluk ile yalancılık, hıyanet ile

emanet bir arada bulunmaz.”

(İbn Hanbel, II, 349)

BİR SORU-BİR CEVAP

 Burun damlası orucu bozar mı?

Tedavi amacıyla buruna damlatılan ilacın bir damlası, yaklaşık 0,06 cm3 ’tür. Bunun bir kısmı da burun çeperleri tarafından emilmekte, çok az bir kısmı mideye ulaşmaktadır. Bu da, mazmazadan (ağzı su ile çalkalamadan) sonra ağızda kalan rutubette olduğu gibi orucu bozacak düzeyde görülmemiştir. Kaldı ki bu işlem yeme içme yani gıdalanma anlamı da taşımamaktadır. Dolayısıyla burun damlası orucu bozmaz (DİYK 22. 09. 2005 tarihli karar) (Fetvalar,DİB Yay.syf.281)